2017 yılının en çok ses getiren, tartışmalar yaratan ve ödül kovalamak için tasarlandığı belli olan filmi, The Shape Of Water. Film yönetmeni Hellboy, Pan's Labyrinth ve Pacific Rim gibi filmlerinde yönetmeni olan Meksikalı Guillermo del Toro. Senaryo yazımında da bulunan del Toro'ya bu konuda Vanessa Taylor eşlik ediyor. Oyuncular arasında ise filmde dikkatleri çeken; Sally Hawkins, Michael Shannon ve Michael Stuhlbarg bulunuyor. Ayrıca Octavia Spencer, Richard Jenkins, Doug Jones gibi isimlerde kadroda yer alıyor.

Film 90. Akademi Ödüllerinde, "En İyi Film" ve "En İyi Yönetmen" ödülleri başta olmak üzere 4 dalda ödül aldı ve toplam 13 dalda aday gösterildi. Aynı şekilde 75. Altın Küre Ödüllerinde ise "En İyi Yönetmen" ve "En İyi Film Müziği" ödüllerini aldı ve toplam 6 dalda aday gösterildi. En başta söylediğim gibi Guillermo del Toro zaten filmi bu ödülleri almak için "özel olarak" tasarlamış gibi görünüyordu ve bu açıdan bakarsak da filmin oldukça başarılı bir iş çıkardığını söyleyebiliriz. Ama filmden haz etmediğimi yazının hemen burasında söylemek isterim.

Her neyse filmin konusundan ve anlattıklarından bahsedersek;
Film 1960'lı yıllarda Amerika-Rus Soğuk Savaşı döneminde geçiyor ve dilsiz olan ana karakterimiz Elisa ise yüksek güvenlikli ve gizli bir tesiste temizlik görevlisi olarak çalışıyor. Elisa'nın rutin bir hayatı ve bu hayatında ona eşlik eden Giles isimli bir komşusu, iş yerinde yanından ayrılmadığı Zelda Fuller var. Elisa müzikalleri seven, rutinini aksatmamaya çalışan kendi halinde birisi. Komşusu Giles ise işinden kovulan ve işini "umutsuzca" geri almaya çalışan bir çizer, sanatçı. Bu ikilinin birbirlerinden başka konuşacak kimseleri yok gibidir. İş yerindeki Zelda Fuller karakteri ise olabildiğince klişe, Elisa'yı daha çok bir dert dinleme kutusu olarak gören ama bir yandan da ona merhamet gösteren, onu kollayan birisi. Ama Octavia Spencer'ın canlandırdığı Zelda Fuller karakteri olabildiğince klişe, bayağı klişe, klişe... Elisa'nın bu rutin ve yalnız hayatına aniden gizemli bir şey girer. Bu gizli ve yüksek güvenlikli tesise, üzerinde araştırmalar yapılması için "bir canlı" getirilir. Ve bu sırada hem bu canlı ile hem de Michael Shannon'un canlandırdığı karakter, Richard Strickland ile tanışırız. Richard Strickland karakteri işine bağlı, otoriter ve sert bir kişiliğe sahip birisi. Zelda Fuller karakterinde olduğu gibi bu karakterinde klişe olduğunu düşünüyorum ama yine de Michael Shannon'un performansını beğendiğimi söyleyebilirim ya da Waco'nun etkisi hala sürüyor olabilir, bilemiyorum.



Bu gizemli canlının tesise gelmesi ile Elisa'nın hayatı, rutinleri değişmeye başlar ve "canlı" ile korkusuzca iletişime geçmeye çalışır ve bunu başarır da... İşte bundan sonrasını anlatmaktansa izlemenizi tavsiye ederim çünkü filmle ilgili tam olarak ne hissedeceğimi ne düşüneceğimi henüz bilemiyorum.

Filmde, sonradan fark ettiğim, bir alt metin olduğuna da inanıyorum ki bu, filmi bir nebze olsun benim için önemli bir hale getiriyor. Okuduklarıma göre filmdeki "yeşil renkli canlının" Güney Amerika'yı temsil ettiği yönünde okumalar var. Aslında bu fikir, filmin geçtiği zamanı ve filmdeki karşıtları düşündüğümüzde oldukça güzel bir tespit gibi duruyor. Film, Amerikan-Rus Soğuk Savaşının olduğu dönemde geçiyor ve bu yeşil canlıyı bir şekilde ele geçirmek isteyen iki taraf var; Amerikalı Richard Strickland ve sonradan Rus ajanı olduğunu öğrendiğimiz Dr. Robert Hoffstetler. Tabii bir de bunların ortasında kalan, sesini duyuramayan Elisa adlı bir karakterimiz var. Buradaki bağlamlara göre de Elisa karakterini "yeşil canlıyı" çok seven, zarar görmesini istemeyen Güney Amerika'da yaşayan insanlar olarak görebiliriz. Tabii üzerine düşündükçe daha farklı şeyler bulabilir veya saçma sapan olduğunu düşünebiliriz ama bunlar, bu filmi izlemeyi kıymetli kılan küçük ve değerli şeyler. Sonuçta günümüzde alt metni olan veya bir şeyler anlatmaya çalışan fazla popüler film bulamıyoruz.

Film sanki bir yapboz gibi bu zamana kadar yapılmış birçok filme benziyor. Karakterleri, sahneleri, atmosfer, "canlının" tasarımı... Üstüne gelen birden fazla "esinlenme" veya çalıntı iddiası filmi benden fazlasıyla uzaklaştırdı. Öncelikle film, The Space Between Us isimli 2015 çıkışlı bir kısa filme bayağı bir benziyor, sanki kısa filmin 2 saatlik ve dallandırılıp budaklandırılmış hali gibi. Karakterin tasarımı hem bu bahsettiğim kısa filmdekine hem de Guillermo del Toro'nun yönettiği Hellboy filmindeki Abe Sapien karakter tasarımına oldukça benziyor. Ki zaten del Toro hem Hellboy'daki karakteri hem de The Shape Of Water filmindeki "canlıyı" oynaması için aynı kişi görevlendirmiş; Doug Jones. Daha sonrasında Pulitzer ödüllü Paul Zindel'in oğlu, babasının 1969'da yayınlanan Let Me Hear You Whisper adlı eserden"faydalanıldığını" ve Fransız yönetmen Jean-Pierre Jeunet ise Guillermo del Toro'nun, Delicatessen ve Amélie filmlerindeki sahnelerden "fazlasıyla esinlendiğini" öne sürdü. Hatta daha eski bir filmden kareler ile karşılaştırma yapıldığını dahi gördüm. Bu konu biraz magazinsel bir konuda olsa Oscar ödülü kazanan bir film için bu kadar fazla ve kabul edilebilir iddianın olması üzücü.

Ek bilgi; The Shape Of Water, son 10 yılda Oscar "En İyi Film" ödülünü kazanan en düşük IMDb puanına sahip 3. film. Aynı puana sahip Argo filmini ise daha çok kişi oyladığı için sıralamada daha üste koydum. The Shape Of Water filminin IMDb puanı; 7,7/10 ve daha 120.997 kişi oy kullanmış. Son 10 yılın Oscar En İyi Film ödülünü kazanıp IMDb puanı en düşük filmleri; 7,5/10 ile Moonlight ve 7,6/10 ile The Hurt Locker. Sonrasında ise 7,7/10 puanı ile The Shape Of Water filmi geliyor.

Eksisiyle artısıyla, getirdiği tartışmalarıyla, izlenmeyi hak eden, Guillermo del Toro'nun ödül peşinde koşmak için "özel olarak tasarladığını" düşündüğüm 2017 yapımı film, The Shape Of Water.

Keyifli seyirler dilerim. | Not: 7/10.