Çevirisini yaptığım (her ne kadar satır sayısı fazla olmasa da) “Belle Toujours” adlı 2006 yılı yapımı filmin alt yazı çevirisini yapmak, filmi (birazdan açıklayacağım şekilde her iki filmi) izlemekten çok daha kısa sürdü. Ya da şöyle söyleyeyim: Çeviriyi hazırlamak çok zamanımı almadı, ancak filmi defalarca izlemek zorunda hissettim kendimi. Zira Manoel de Oliveira’ nın yönettiği “Belle Toujours”, Luis Bunuel’in 1967 tarihli “Belle de jour” (Gündüz Güzeli) adlı filminin 50 yıl sonraki bir devamı niteliğinde ve alaycı, intikamcı, felsefik ve ironik bir anlatıma sahip. Bu yüzden bu filmi daha iyi anlayıp çeviriyi daha yetkin kılabilmek için hem bu filmi, hem de Luis Bunuel’in “Gündüz Güzeli” filmini defalarca dönüşümlü olarak izledim. Zira “Belle Toujours” neredeyse her sahnesiyle, 1967 tarihli filme bir gönderme yapıp, söylemini ve etkisini bunun üzerinden kurmakta.
Her ne kadar kendi başına bağımsız olarak izlenince de etkisinden bir şey kaybetmeyecek olan “Belle Toujours” filmini izleyeceklere benim naçizane önerim, önce mutlaka 1967 tarihli “Gündüz Güzeli” filmini izlemeleridir. Böylelikle bu filmden alacakları zevk, algı, filmdeki ironi, anlam ve estetik iki katına çıkacaktır.
Yine bu filmi yorumlarken diğer (“Gündüz Güzeli” adlı) filmden de yararlanmak ve incelemeyi buna göre yapmak gerektiğini düşünüyorum.
Konuya girmeden önce Luis Bunuel’in 1967 yılında çektiği “Gündüz Güzeli” adlı filmin konusundan kısaca bahsetmenin ve onu yorumlamanın yararlı olacağını düşünüyorum:
Bilindiği (ya da izleyenlerin bildiği) üzere “Belle de jour” (Gündüz Güzeli) filminde, genç ve yakışıklı bir doktorla evli olan 23 yaşındaki güzel Severine’in yaşadıkları ve duyguları üzerinden cinsellik, evlilik, bağlılık, erkeğin kadına yaklaşımı, duygu karmaşası, dürüstlük, sevgi, aşk gibi şeyler sorgulanıyordu. Bu film aslında 1928 yılında Josep Kessel’in yazdığı ve Türkçe’ye 1955 yılında “Gündüz Safası” adıyla da çevrilen bir kitabın uyarlaması. Yazarının en çok sevdiği kitap olduğunu söylediği bu kitapta (dolayısıyla filmde), aslında her şeye sahip, güzel ve kocasını da seven Severine adlı bir kadının doyumsuzluk nedeniyle gündüzleri lüks bir randevu evinde çalışmaya başlaması ve bunun sonucunda içine düştüğü bataklık ve trajik felaketlerle sonuçlanan aşk serüveni anlatılmaktadır.
Yazarının bu kitapla ilgili sözleri de şöyle: “Gündüz Güzeli'nde benim yapmak istediğim, yürekle ten arasındaki korkunç uçurumu; gerçek, sonsuz ve sevecen bir aşkla bedensel isteklerin dizginlenemez dürtüleri arasındaki derin kopukluğu göstermekti. Uzun zaman seven her erkek, her kadın -kimi istisnalar dışında- bu çatışmayı benliğinde taşır. Bu duyumsanır ya da duyumsanmaz, açığa çıkar ya da uyuklar, ama vardır. 'Gündüz Güzeli'nin konusu Severine'in bedensel isteklerindeki sapıklık değil, bu sapıklıktan bağımsız olarak, onun kocası Pierre'e duyduğu sevgi ve bu sevginin acıklı yanıdır. Yazdığım kitaplar arasında hiç bu denli sevdiğim olmamıştır ve ben ona en insancıl vurguyu yerleştirmiş olduğuma inanıyorum. Severine'e acıyan, onu seven yalnız ben mi olacağım acaba?”
Sanırım ilk filmle ilgili bu kadar konuşmak yeter. Hem spoiler olmaması hem de iştah kaçırmaması açısından fazla bir yorum yapmak yanlış olur. Yine de bu ilk filmi (ve roman uyarlamasını) izlemek isteyenler, filmin
http://www.turkcealtyazi.org/mov/0061395/belle-de-jour.html linkindeki konusuna ve Sevgili kuzeydebiryer’in “Yorumlar” sekmesindeki ayrıntılı incelemesine bakarlarsa hem bilgi sahibi olup hem de filmden alacakları zevki daha üst seviyeye çıkaracaklardır.
Çevirisini yaptığım 2006 tarihli “Belle Toujours” adlı filme gelince; 1967 tarihli filmdeki olayların bir çeşit felsefi açıdan sorgulanması ve geçmişin duygusal intikamı olarak yorumlayabiliriz. Zira filmin konusunu şöyle özetlemek mümkün: Filmin 1967 tarihli, Luis Bunuel’in yönettiği “Belle de jour” (Gündüz Güzeli) adlı filmdeki orijinal öyküsünden 38 yıl sonra, bir gece bir konserde Henri Husson, bir zamanlar çok garip maceralar yaşamış olan Severine’i görür. Husson onu Paris’in sokaklarında sürekli takip edip izini bulur ve –her ne kadar Severine istemese de- sonunda Severine’i bir akşam yemeği için ikna eder. Bu akşam yemeği ise, Husson’un –eskiden karmaşık cinsel zevkler ve tatminler yaşamış ve şimdi bu geçmişinden kurtulmak isteyen- Severine’i geçmişiyle yüzleştirmesi ve ondan yavaş ve acı dolu bir intikam alması için büyük bir fırsat olacaktır.
Film, başındaki ithaf kısmında da belirtildiği gibi 1967 tarihli filmin yönetmeni Luis Bunuel’e bir saygı duruşunda bulunuyor ve bunu alaycı, hınzırca, zekâ dolu, şakacı ve aristokrat bir şekilde yapıyor. Filmde Henri Husson’un girdiği bardaki barmenle olan konuşmaları hem önceki filmde yaşananlara ışık tutuyor hem de felsefi açıdan bir eleştiri getiriyor. Yine bardaki iki fahişe, yine dolaylı yönden ilk filmdeki cinsellik anlayışıyla mukayese yapmamızı ve deyim yerindeyse bu anlayıştaki gelişmeyi görmemizi istiyor. Bu anlamda filmdeki neredeyse hemen her sahne ilk filme bir gönderme, espri ya da mesajla dolu.
Yine filmin benim çok sevdiğim bir özelliği daha var: Film iki yaşlı insanı, geçmişi üzerinden konuşturduğu ve sorgulamayı bu şekilde yaptığı için, ilk filmdeki hareketlilik ve gençliğin enerjisi –bilerek ve isteyerek, özellikle- bu filmde yok. Onun yerine yaşlılıktaki durağanlık, zamanın yavaş akması, sakinlik, durgunluk, hoşgörü ve ciddiyet hakim filme. Bunun bir örneği olarak filmin başında neredeyse 10 dakika boyunca Antonin Dvorak’ın Opus 88 numaralı eserinin bir bölümünü dinlememizi ya da Husson ve Severine’in akşam yemeği buluşmalarında tam 5 dakika hiç konuşmadan akşam yemeklerini yemelerini gösterebiliriz.
Biraz önce de dediğim gibi film –fazlasıyla- alaycı bir yaklaşıma da sahip. Örneğin Paris sokaklarındaki kovalamaca, Husson’un gerek barmenle gerek Severine’le yaptığı konuşmalar ve hareketler ince göndermelerle dolu. Hele filmin (Severine’in kapıdan çıktığı ve “açık istiare” sanatının en açık şekliyle burada bize sırıttığı) alaycı bir son sahnesi var ki; “spoiler” olmaması açısından burada söylemem yerinde olmaz.
Sonuç olarak –özellikle ilk filmi de izlemişseniz ya da izlerseniz- değişik bir tat alabileceğiniz, gülümseyebileceğiniz, düşüneceğiniz ve sevebileceğiniz bir film Belle Toujours.
Bana da izleyeceklere “iyi seyirler” demek düşüyor.