Giriş Kayıt

Ben Yapmadım (2006)

Soredemo boku wa yattenai
avatar
Uskudari (16 Ocak 2019)
7 Temmuz 2011 târihli yazımdır.

Bir iş görüşmesi için Sumiregaoka'dan, Kishikawa'ya metroyla giden Teppei Kaneko, özgeçmişini (CV) yanına alıp almadığını kontrol etmek için kalabalık trenden inip ara istasyonda çantasını kontrol etmek ister. Her ne kadar yanına almadığını fark etmiş olsa da artık geri dönmek için çok geçtir. Bu yüzden, kalkış zilini duyar duymaz tekrar metroya döner. Haddinden fazla yolcunun bindiği trene ancak görevlinin arkadan iterek destek vermesiyle sıkışabilir. Bu esnâda ceketi de kapıya sıkışmıştır. Yırtılmasından çekinerek o dar alanda ceketini kurtarmaya çalışır, ama bir yandan da çevresindekileri rahatsız etmekten geri duramaz. Kishikawa'ya vardığında, trenden iner inmez bir liseli kız bileğinden tutar ve "Elle tâcizcisin, değil mi?" der. Bunun üzerine çevredekilerin ve istasyon görevlilerinin yardımıyla göz altına alınır.

Filmin başında "Bir mâsum, 10 gerçek suçlu kaçsa bile cezâlandırılmamalıdır." diye bir yazı beliriyor ekranda. Sanırım burada William Blackstone'un 1760'ta söylediği şu söze işâret ediliyor: "Tek bir mâsum insanı cezâlandırma riski varsa, on suçlu göz ardı edilebilir."

Hukuk, adâlet, yargı, kanun, hâkim, dâvâcı, sanık; suç!.. Evet, bunca ve daha nice kavramın etrâfında toplandığı şey suç ve suçludur. Mahkeme salonlarında sergilenen hukuk gösterisi kimi zaman cadı avından farksızdır. Öyle ki bâzen sırf kamu vicdânını rahatlatmak için bir kurban seçilir ve kahraman olma aşkıyla yanıp tutuşan savcılara yem edilir. Bunu anlatan sayısız film ve bu trajediyi ortaya koyan epeyce habere denk gelmişsinizdir. Eğer ki şimdiye kadar böyle bir şey görmemiş ya da işitmemişseniz lütfen üzerinizi sıkıca örtün, zîra egemenlerin hukûku henüz uykunuzdan uyanmanıza hazır değil. (Film üzerinden anarşizm propagandası filan yapacak değilim, merak etmeyin.)

Teppei Kaneko, her dâim suçsuz olduğunu dile getirmektedir; polis, avukat, savcı ve de hâkim karşısında. Oysa daha en başında suçunu kabul ederek (!) 500 $ kefâret (kefâlet bedeli) ödeyip kurbandan özür dilemeye râzı olsa elini kolunu sallaya sallaya çıkıp gidebilecektir karakoldan. Evet, yanlış okumadınız. Sanırım ilk suçu (!) olduğundan, bu denli basit yükümlülüklerle işin içinden sıyrılabilecektir Teppei, ama suçsuz olan biri neden kabul etsin ki bu iddiaları ve yükümlülükleri?

Bu noktada aklıma bir hikâye geldi.
Alıntı:
Ünlü avukat Petrocelli'nin kaybettiği tek dâvâ...

Ünlü bir futbolcu, karısını öldürmekle suçlanıyordu. Futbolcu yakalanmıştı, ama karısının cesedi ortada yoktu. Duruşma Amerikan filmlerindeki gibiydi. Futbolcu, sanık sandalyesinde oturuyordu. Kucak dolusu parayla tuttuğu avukatı, jüriyi iknâ etmeye uğraşıyordu:

"Sayın jüri, müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inanıyorum. Buna az sonra sizler de inanacaksınız. Neden mi? Bakın, şimdi 1'den 10'a kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen karısı bu kapıdan içeri girecek. 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10."

Bütün jüri üyeleri kapıya döndü. Kimse girmedi içeri. Avukat bir savunma dehâsıydı, öldürücü hamlesini yapti:

- Bakın, siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz. Çünkü hepiniz içeri girecek diye kapıya baktınız. İşte karârı buna göre vermenizi talep ediyorum.

Jüri, ünlü futbolcuyu suçlu bulduğunu bildirdi ve dâvâ bu şekilde sonuçlandı. Mahkeme çıkışında avukat, bayan jüri başkanına yaklaştı:

- Ona kadar saydığmda siz de diğer üyeler gibi kapıya bakmıştınız. Neden böyle bir karâra imza attınız?

- Doğru, dedi jüri başkanı. Ben de kapıya baktım, ama müvekkiliniz kapıya bakmıyordu.

Kıssadan hisse: Arada bir kapıya bakın, iyidir. "İki kapılı bir han"da olduğunuzu da unutmayıp girişi-çıkışı kollayın.

Filmi seyrederken de ara sıra aklıma geliyordu bu hikâye ve her seferinde Teppei'nin, kendinden ne kadar emin olduğunu anlamaya çalışıyordum.

Filmde, adâlet mekanizmasına tümüyle eleştiri yöneltilmekte. Henüz ilk sorgudan başlayıp hâkimlerin âdeta birer savcıya dönüştüğü durumlara kadar devam etmekte bu tutum. Elbette bunların gerçeklik payı (da) yadsınamaz. Ülkemizde de defâlarca ispatlanan, sorgu sırasında baskı, işkence, insan hakları ihlâlleri gibi durumların dünyânın hemen her köşesinde yaşandığını tahmin etmek güç olmasa gerek. Teppei'yi ilk kez sorguya çeken emniyet mensûbunun "Ben ne dersem kabul edecek ve altına imzâ atacaksın." baskısı ve ardından gelen "Eğer (bu) doğruları kabul edersen buradan ayrılabilirsin." yalanına mukabil mahkemede çok şeker bir ağabey olarak "Yok yahu, ne baskısı? Hatta bu eşek sıpası kahve istedi de çok özür dileyip sâdece elimizde bulunan çayı ikram etmek zorunda kaldığımız için pek mahcup olduk." tavrı da gerçeklikten izler taşıyor ve bu eleştirileri fazlasıyla haklı çıkartıyor.

Kamu avukatının, tâciz dâvâlarında sanıkların hüküm giyme oranının % 99 olduğunu söylemesi dahi Teppei'yi yolundan döndürmeye yetmiyor. Suçlu olmadığı halde öyle muâmele gören Teppei, mâsûmiyetini ispatlamak için sonuna kadar savaşmaya hazırdır. Ne kendisini savunacak bayan avukatın ön yargıları, ne lehine sunabileceği bir kanıtın olmaması, ne de mahkeme sürecine kadar her şeyin aleyhine gelişmiş olması adâlete olan güvenini sarsmıyor, ama onun da bilmediği şeyler vardır:

Alıntı:
- Bir beraat kararıyla kim mutlu olur?
- Sanık ve onun yakınları.
- Peki ya savcı ve polis?
- Elbette sinirlenirler. Tamamen küçük düşmüş olurlar.
- Beraat kararı, savcı ve polisin yanlış yaptığını kanıtlamaktır. Diğer bir deyişle, yönetime karşı gelmektir. Bunu yaptığından dolayı ödüllendirilmezsin. Unutulmamalıdır ki mahkeme, bürokratik bir organizasyondur. Herkes bu organizasyonu onaylamak ister. Sanığı mutlu etmek hiçbir fayda sağlamaz. Tabii bu hiç bir şey olmayan durumda da suçlu bulursan yükseleceğin anlamına gelmez, fakat beraat kararı... Ne olursa olsun, beraat kararı çok büyük bir kabiliyet ve cesaret ister.


Toplumun bilinçli kesimine yerleşmiş bu görüş ve ardından, görece daha ılımlı ve evvelce berâat kararları vermiş hâkimin değiştirilmesi... Peki Teppei tüm bu olumsuzluklara rağmen mâsûmiyetini ispatlayabilecek midir? "Sen yaptın." ve "Sanırım o yaptı."ların karşısına bir "Hayır, o yapmadı." çıkacak mıdır? Olay ânı canlandırmasında ortaya çıkan bulgular karârı etkileyecek midir? Peki sonuç önemli midir?

Alıntı:
"Bir mahkeme, doğruların açığa çıkarıldığı bir yer değildir. Bir mahkeme, sanığın toplanan delillere göre suçlu olup olmadığı hakkında tahmin yürütülen bir yerdir."


Ekşi Sözlük'te güzel bir târif yer alıyor bu film için: "Japonya'daki mahkemelerin artık insanların suçlu olduklarını kanıtlayan yerlerden ziyade, zanlıların kendilerinin masum olduğunu kanıtlamaya çalıştıkları ve genelde başaramadıkları yerlere dönüştürüğünü anlatan bir film özünde."

Kurbanları korumayı amaçlarken zanlıları töhmet altında bırakan ve âdeta sanık sandalyesine oturan herkesi suçlu îlân eden bir adâlet sistemini gözler önüne seren filmde karşımıza iki farklı hâkim çıkıyor. Dâvâ sürecinde sonraları görevden alınan bu ilk hâkim mâsûmiyet karînesine sıkı sıkıya bağlı, berâat husûsunda daha ılımlı bir tavır sergilerken ardından göreve gelen hâkim ise katı, bürokratik, hâkimden ziyâde âdeta bir savcı rolünde. Film, ilkiyle umut aşılarken ikincisiyle umutları söküp atıyor. Üstelik böylesi iki kat hüsrâna sebep oluyor. Zîra yargı sistemi içerisinde, sayıca az da olsa, hukûkun temel ilkelerine bağlı hâkimlerin sindirilmesi, sürgüne gönderilmesi ya da görevden alınması başlangıçtaki dengeli, tarafsız olduğu düşünülen havayı da dağıtıyor ve netîcesi daha başından belli olan bir süreç izlenimi uyandırıyor. Bu da şüphesiz adâlet mefhûmunu sorgulamayı getiriyor berâberinde.

Eğer Hollywood filmlerindeki o kocaman mahkeme salonlarında harâretli konuşmalar yapan aktörden bozma (!) avukatları, medyaya yansıyıp ulusal mesele hâline gelen dâvâları ve her iki tarafı da hicveden cevaplarıyla salona hâkim olan yargıçları filan görmeyi beklemiyorsanız mutlaka seyredin, derim.



Türkçe Altyazı © 2007 - 2024 | hd film