Giriş Kayıt
Yorumlar (1)
avatar
(91) -
İran kapalı bir kutu, sosyal hayatlarında ne olup bittiğini ancak cesur sanatçılarından ya da orada yaşamış kişilerden öğrenebiliyoruz. Hatta bir süre orada yaşamanız bile bazı gerçeklere vakıf olmanızı mümkün kılmıyor. İran’ı görmeden, bilmeden oradaki yaşam normlarını kendi toplumuna model almayı arzulayan birçok kişi tanıyorum. Persepolis gibi Tehran Taboo gibi ya da buna benzer halkın bile belki görmeyi reddettiği gerçekleri anlatan filmleri, belgeselleri gördüklerinde abarttıklarını düşünenler, kendilerine sunulan hayat şartlarıyla bunu onlara dikte edenlerin standartlarını bir karşılaştırsınlar. Bu bizim için de geçerli, İran için de, nerdeyse Orta Doğu’daki tüm ülkeler için de geçerli. İran’ın en büyük problemlerinden biri halkın uyuşturucu maddeye erişiminin kolay olması, rejim bununla mücadelede çaba harcıyor ama yeteri kadar değil. The Unseen’le şunu bir kez daha görüyoruz ki yoksullukla, baskıyla, şiddet ve cinsel tacizle mücadele eden kadınların, adamların bir noktada isyan edecek gücü bulamaması için uyuşturulması gerekiyor. Bu tamamen benim çıkarımım, belki bu belgesel-animasyon çok daha farklı konulara parmak basıyordu ama filmdeki bağımlı kadınlardan birinin “Hayatın berbatsa, umut bol dumanda!” sözü genel durumu az da olsa özetliyor.
İran’a yabancı uyruklu devlet görevlileri ya da üst düzey yetkili kişiler geldiğinde hem onlara Tahran’ı güzel göstermek hem de halkın kendilerini daha güvende hissetmelerini sağlamak için sokaklardaki karton kâğıtlar üzerinde yaşayan evsizler, müptelalar, bedenlerini satanlar toplanıp “merkez” adı verilen, şehrin çok dışındaki izbe bir kuruma nakledilirler. Erkekler birkaç gün sonra salınıyor ama kadınlar ailelerinden biri gelip almadığı müddetçe alıkoyuluyorlar bu toplama merkezlerinde. Devlet elbette ki maddi destek sağlıyor, filmde anlatıldığı kadarıyla sosyal destek uzmanları denetime geliyor. Kurum her vaka için yeterli miktarda fon almasına rağmen orada çalışanların maaşı yok denecek kadar az ve yaşam şartları çok kötü. Bu da birilerinin böyle durumda bile kendilerine çıkar sağladığının maalesef çok açık bir göstergesi.
Yönetmen kamera yasak olduğundan ses kayıt cihazıyla “merkez”e girip burada tutulan beş kadınla konuşarak bize belki de İran’ın portresini sunuyor tüm gerçekliğiyle. Mesela 51 yaşındaki bir teyze başı ağrıdığından ne doğru dürüst çocuğuna bakabiliyor ne de evi temizleyebiliyor; sonra kalkıp kocasının afyonundan çekiyor. Bunun üzerine güzelce uyuyup sonrasında ev işlerini yapmaya başladığını farkedince afyonu önce eroin ardından crack sonrasında meth izliyor. Huzuru yakaladığını düşünen teyzemiz kız kardeşlerine, kocalarını evde tutmak için beraber afyon çekmelerini salık veriyor. Tabii bu öneri diğer kız kardeşleri birer bağımlı haline getiriyor. Bir başka kadının annesi, kocası kendisine meth vermediği için intihar ediyor. Öbürüsü uyuşturucu uğruna tecavüze maruz kalıyor ama hâkim tecavüz edeni serbest bırakıp kadını bir ay hapse mahkûm ediyor. Vesaire vesaire…
Bu kadar çarpıcı ve rahatsız edici ölçüde melankolik bir film açıkçası beklemiyordum. Üzerinde beş yıl çalışıp böylesine hassasiyet gerektiren mevzuya olabildiğince samimiyet ve şefkatle yaklaşan yönetmenin bundan sonraki işlerini merakla beklemekteyim. Duyulmaması imkânsız bu çığlığı görmezden gelmeyin derim.
9


‹ Önceki 1 Sonraki ›
Türkçe Altyazı © 2007 - 2024 | hd film