Bir dramsever olarak filmi bu zamana kadar bekletmiştim. Bunun sebebi de her ne kadar Hint yapımı bir film olmasada filmdeki Hint içeriği ile Nicole Kidman ile Dev Patel'in oyunculuğunu genel olarak sevmememden kaynalıydı. Yani tamamen ön yargıya dayalıydı. Yakın zamanda izleme niyetim yoktu ama hem BAFTA (İngiliz Sinema ve Televizyon Sanatları Akademisi) ödüllerinde filmin yakaladığı başarı hem de üstat
hasta'nın 9 yıl aradan sonra gelen o güzel çevirisi nedeniyle izleme vaktini erkene aldım, iyiki de almışım. Yukarıda belirttiğim tüm ön yargılarımı geri alıyorum ve kendime bu derece ön yargılı olduğum için çok kızıyorum.
Filmin konusu gerçek hayatta yaşanmış bir olaydan geliyor. Senaryosu da filmimizin başaktörü olan Saroo Brierley'in başından geçenleri anlattığı
A Long Way Home isimli kitabından uyarlanmış. Yönetmen koltuğunda ise Garth Davis'i görüyoruz. Tanınmış bir isim değil kendisi. Geçmişinde ise sadece dizi ve kısa film yönetmenliği yaptığını ve kısa bir oyunculuk kariyeri olduğunu görüyoruz. Lion yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi. İlk uzun metrajına göre biraz ağır bir yükün altına girdiğini düşünmüştüm doğal olarak. Bunun nedeni film yönetme geçmişinin olmaması, hem ünlü hem de adı dahi duyulmamış bir oyuncu kolajını yönetebilme becerisinin bulunup bulunmadığı, bir de uluslararası zeminde ve yaklaşık 30 yıl süren geniş bir zamanda yaşanmış hikayeyi izleyiciye yansıtabilecek kapasiteye sahip olup olmadığının bilinmemesidir. Bu yönden bakınca gerçekten ağır bir yükün altına girmiş Garth Davis. Bunun yanında senarist koltuğunda ise yine adı duyulmamış bir ismi görüyoruz, yani Luke Davies'i. Keza filmin yönetmeni gibi senaristinin de elle tututlur bir yapım geçmişi yok. O nedenle soy adlarının aynı olmasından dolayı kardeş olabileceklerini düşünmüş olsamda, yönetmen ile senarist arasında herhangi bir akraba bağı yokmuş. Bir filmin başarısının büyük çoğunluğu bu iki isim üzerinden geçer. İşte bu namı duyulmamış iki ismin Lion'un başarısında inanılmaz emekleri var. Tamamen ne yaptıklarını bilen ve bunu arzulayarak yapan, takdir edilesi bir emek koymuşlar ortaya.
Film, Hindistan'da yaşayan Saroo isimli 5 yaşındaki bir erkek çocuğun kaybolması ile birlikte Avustralyalı bir çiftin kendisini evlat edinmesini, büyütmesini ve Saroo'nun kaybolduktan 25 yıl sonra gerçek ailesinin peşine düşmesini anlatan saf bir dramdan oluşuyor. Bir bütün halinde tamamen bir dram filmi Lion.
Lion'da en sevdiklerim:
1- Tam olarak ne anlatması gerektiğini bilen bir yapım: Film en başından sonuna kadar izleyiciye "kaybolan bir çocuk hikayesi anlatacağım" diyor. Başka bir amacı yok. Konuyu ne genişletmeye çalışmış ne de daraltmaya. Ne daha fazla ilgi çekmek için yan konular icat etmiş ne de gereksiz karakterler. En başından sonuna kadar ana karaktere bağlı kalarak izleyicinin odağını çok iyi korumuş.
2- Yaklaşık 30 yıllık bir süreyi barındırdığı için bu sürecin hangi kısmından ne kadarlık bölümler göstermesi gerektiğini çok iyi ayarlamış bir film: Burada zaman aralığının çok olması bir handikap film için. Çünkü bu aralıkta yaşananları konu ile bütünleştirerek çok kısa bir zaman dilimi içerisinde izleyiciye en iyi, en yoğun haliyle verebilmeniz gerekli. Kısacası 25 yıllık bir süreci 2 saate sığdıracaksınız. Bunu yaparkende sadece bir otobiyografi ya da belgesel anlatımı yapmayacaksınız. Bir dram filmi yapacaksınız. Duygu yoğunluğu yüksek ve anlaşılabilir bir film. İşte bu noktada çocukluk döneminden ve gençlik döneminden göstermesi gerekenleri en açıklayıcı haliyle ayarlamayı başarmış.
3- İzleyicinin yaşayacağı duygu yoğunluğu filmin işlenişine çok iyi oturtulmuş: Çoğu dram filminde yaşanan duygu patlamaları ya zamansız olur ya da duygu yoğunluğu istenilen düzeyde yaşatılamaz. Lion'da ise film ilerledikçe, konu ile birlikte duygu yoğunluğunuzda artıyor. Duygularınız tavan yaptıktan sonra bir durgunluğa düşmemişler hiç. Başlangıçla birlikte izleyiciyi ısıtmaya başlıyor ve patlama noktası olan filmin sonuna kadar da bu ivmesini hiç bozmuyor. Son noktada da en yoğun hisleri yaşatarak finalini yapıyor. Böylece film bittikten sonra bile etkisini hissediyorsunuz.
4- Küçük Saroo ve ağabeyi Guddu'nun samimiliği: Bir filmde her şey yapım ve yönetim ekibinin eline bakmıyor tabii. Eğer dört dörtlük bir film ortaya koymak istiyorsanız herkesin işini en iyi şekilde yapması gerekir. Bu filmde de bunu en iyi şekilde ortaya koyanlar küçük Saroo rolündeki Sunny Pawar ile ağabey Guddu rolündeki Abhishek Bharate. Bu iki ismin daha önceden herhangi bir oyunculuk deneyimleri yok. Ancak filmde yaşattıkları o sımsıcak ağabey kardeş ilişkisi inanılmaz derecede samimiydi. Gerçekten kardeş olabilecek kadar içten oyunculuk ortaya koymuşlar. Onların ama özellikle de Sunny Pawar'ın başarısı filmi bir çıta yükselten en önemli etken olmuş.
![resim]()
Bunların yanında bu zaman kadar bir türlü sevemediğim iki oyuncu olan Nicole Kidman ile Dev Patel'i de sevdirdi bu film. Hatta Dev Patel'den daha çok Nicole Kidman'ı sevdirerek şaşırttı da. Rolü üzerine çok güzel yakışmış, kendisi de rolü taşımasını iyi bilmiş. Çok sahnesi yoktu ama kilit bir roldü. Dev Patel'de daha bir olgunlaşmış. İçinde yaşadığı dramı biz izleyicilere çok güzel yansıttı. Oyunculuk yönünden filmdeki en başarılı olayda buydu zaten. Herkes olması gerektiği gibiydi, ne bir aşırılık vardı ne de bir yapmacıklık.
Filmdeki belki de en güzel nokta ise izleyicinin duygularını kabarttığı en hassas anda, yani filmin sonunda bizlere yansıtılan hikayenin gerçek kahramanlarının görünmesiydi. Gerçek fotoğrafların ve her iki annenin buluşma anının görüntüsüyle birlikte film zirvede konuyu sonlandırdı. Eğer hayatın içinden kesitleri seviyorsanız, dram seviyorsanız, herhangi bir şeyi seviyorsanız mutlaka ama mutlaka izlemeniz gereken bir film Lion. Kaçırılmaması gereken bir film.