Giriş Kayıt

Sibel (2018)


95 dk
6.0
  • 120/ 10
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10
6.0/10 puan 89 kullanıcı oyladı
Tür:
Rating:
6.8
75
Vizyon Tarihi:
22 Şubat 2019 (Türkiye)
Dil:
Türkçe
Müzik:
Web Sitesi:
Çekim Yeri:
Kuskoy, Türkiye
127 kişi izledi 44 kişi izleyecek 5 kişinin favorisi 10 takip
Özet
25 yaşındaki Sibel, babası ve kız kardeşi ile birlikte Karadeniz’de gözlerden uzak bir köyde yaşamaktadır. Dilsiz bir kız olan Sibel’in kendi halinde bir yaşantısı vardır. Atalarından kalma bir gelenek olan ıslık çalma ile iletişim kuran genç kız köylüler tarafından dışlanır. Bir gün ormanda gezintiye çıkan Sibel’in hayatı ormanda saklanan bir yabancı ile karşılaşması ile bambaşka bir hal alır...

Güzel oyuncu Damla Sönmez'in başrolünü üstlendiği filmin kadrosunda; Emin Gürsoy (Emin), Erkan Kolçak Köstendil (Ali), Elit İşcan (Fatma), Meral Çetinkaya (Narin), Gülçin Kültür Şahin (Feride) gibi başarılı isimler yer alıyor. Filmin senaryosunda da yönetmenlere ek olarak Ramata Sy'ın imzası bulunuyor. - Gönderen: Quaresmania
Fragman Görseller
  • SİBEL - Fragman
  • Sibel
  • Sibel
  • Sibel
  • Sibel
Yorumlar
5 yıl önce
avatar
Bu filmi çok güzel bir günde izledik daha güzel bir film olsaydı daha uuu bir gün olurdu. Keşke her olayı dibini sıyırana kadar abartmasalardı.
5 yıl önce
default avatar
Sibel... Tanıyorsunuz onu... Hepiniz tanıyorsunuz... Bazılarımız tanımıyormuş gibi yapsa da pekâlâ çok iyi tanıyoruz onu. Aslında ‘öteki’ olanlar çok daha iyi tanır çok daha iyi bilirler. Öteki olmakla Sibel olmak. İkisi de aynı. Elmanın iki yarısı. Isırmış da cennetten kovulmuş. Öteki kadınlar? Onlar hemen oracıkta tanır mı Sibel’i. Kadın olduğunu unutan ya da kadın olduğu unutturulan kadınlar? Onlar bilirler mi Sibel’i? Çoğunluğun ördüğü çitin içinde yaşamak zorunda kalanlar? Çit dâhil her şeyin yanmasını büyük bir arzuyla bekleyen kadınlar? Çitin içinde, yuvalarından fırlayan gözleri büyüye büyüye burun deliklerinden ateş püskürerek soluyan kadınlar? Tanırlar mı? Tanırlar mı Sibel’i? Sibel’i tanımak mı? Tanımak şöyle dursun onu görür görmez koşarak sarılır hemen oracıkta kardeş bellerler onu. Hemen. Onu bilirler. Peki ya boynuna ‘erkeğin’ kılıcının inmesindense orayı kapatmaktan başka çaresi kalmamış kadınlar? Sibel’in saçlarını gördükten sonra cesaretleri gelmeyecek midir sizce? Başlarını açıp, çıplak ayak, yağmurda bağıra çağıra dans ederek şarkı söylemeye can atmayacaklar mıdır? Buna can atacaklar ve Sibel’e de gizli bir kikirdeme yollamayacaklar mıdır? Güldüğünde ayıplanan kadınlar? Ya onlar? Gülmenin erkeklere ait bir şey olduğu öğretilmiş kadınlar? Güldüklerinde sesleri duyulursa zebanilerin gazabına uğrayacakları ayetle sabitlenmiş kadınlar? Basımı kilise tarafından yasaklanmış kadınlar. Sibel’i gördüklerinde gizli gizli gülmeyecekler midir? Engizisyondan çok uzakta, mutfaklarında yıkadıkları çileklerden birini alıp pencereden dışarıya bakan kadınlar. Bir tane ağzına bir tane pencereden dışarıya bir tane de Sibel’e küçük ama sesli bir gülücük atmayacaklar mıdır? Tek başına olmak isteyen kadınlar. İstedikleri saatte eve girip çıkmak isteyen kadınlar. Evlerini buna göre seçen kadınlar. Eve giriş çıkışlarında salyalı eril saldırıdan kaçmak için tonlarca para harcayıp her seferinde taşınmak zorunda kalan kadınlar? Sibel’e küçük bir gülümseme atacak ama hemen arkasından da gözleri dolacak, ağlayacak ve ona sarılmayacaklar mıdır? Ya et parçası kadınlar? Göğüs ve kalçadan ibaret kadınlar. Şarküteri reyonunda kısım kısım satılan kadınlar? Bacak arasına sıkıştırılıp kalmış kadınlar? Ellerindeki ders kitaplarıyla büyümüş göğüslerini saklamaya çalışanlar? Sibel’in elinden tutup okula gitmek istemeyecekler midir? Tüm kadınlar bilir onu. Bilmeyenler de aslında yalan söylemişler ya da söylemek zorunda kalmışlardır. Nihayetinde kadınlar bilir onu ama bilmezler ki o Fransa’nın sembolü kadındır. Nereden bilsinler o bayrağı tutan tek göğsü açık kadın olduğunu. Nereden bilsinler omzunda tüfeğiyle Comandante’yi arayanın o olduğunu.
Dinleyiciler de iyi bilir Sibel’i. İşi sadece dinlemek olanlar. Hayatı yalnızca dinlemekten ibaret olup konuşamayıp hep dinlemek zorunda kalanlar. Konuşsalar da dinlenilmeyecek olanlar. Hep bir şey anlatılan ama hiçbir şey anlamayanlar. Anlatsalar da anlaşılamayacak olanlar. Anlatılanı anlamayanlar. Boş boş konuşmaları yüzyıllar boyunca durmadan dinlenmeden usanmadan dinleyenler. Saatlerce nasihat dinleyenler. Dinlemekten mumyaya dönenler hatta taşlaşanlar. Dinledikleri kafalarında şelale uğultusuna dönenler. Sibel’i hemen tanıyacaklar. Kaçanlar... Kaçmak saklanmak görünmez olmak zorunda kalanlar. Kaçaklar ve kaçacaklar. Gizlenmeyi, dağı ve acıyı Sibel’le beraber yaşayacaklar ondan kaçamayacaklar. Cemiyetten ya da devletten kaçmak ne fark eder ki ikisi de dağ ikisi de yalnız ve ikisi de ıssız. Ya babalar... Kızlarını diri diri telli duvaklı gömen babalar? Sibel’i görmemiş gibi orada yokmuş gibi mi davranacaklar? Ya da kafasına sıkıp kaçacaklar mı? Yoksa babalar daha merhametli mi olur? Yoksa baba ve çiçek aynı şey mi? Yoksa baba ve çiçek aynı şey değil mi? Ya mahallenin kadınları? Hayvan pisliklerinin yanından geçerken burunlarını kapatıp kusarcasına hızlı hızlı uzaklaşan kadınlar. Sibel’in vebası ve uğursuzluğu bulaşmasın diye yanından aynen böyle mi geçecekler? Yoksa geçmeyecekler mi? Yoksa kocaları Sibel’in içine girmeyi düşünmüş olabileceğinden dolayı onu aforoz mu etmek isteyecekler? Bununla da yetinemeyip onu canlı canlı Aziz Petrus meydanında yakacaklar mı? Sibel geberince her şey normale dönecek ve mutlu mesut kahvede oyun oynayarak tarladaki kadınlarının çalışmasını izleyen erkekler tinsel bir orgazm mı yaşayacaklar? Dinlerini en iyi şekilde yaşayanlar Teresa, Sibel ise şeytan ve ucube olmaya devam mı edecektir? Yine yalnız, yine tüfeğiyle ve yine terörist. Ama bunu sadece Nazlıcan, Bedirhan ve Sibel mi bilecektir?

Sevginin rengi yoktu Sibel için. Ülkesi cinsiyeti her neresi olursa olsun sevgi sevgiydi. Dağda bulduğu devlet düşmanı ya da keşiş önemli değildi. Yüreğine bakıyordu Sibel. Çünkü o yürek taşraya sıkıştırılamayacak kadar büyüktü. O yüreği sadece Anadolu’nun ya da Tanrı’nın unuttuğu bir köyde değil, her zaman her yerde bulabilirdiniz. Her zaman her yerde bir öteki Sibel mutlaka vardır çünkü. Tek başına bir taşra öyküsü değildir Sibel. Onu Hakkâri kent merkezinde de bulabilirsiniz Ankara Kızılay’da da. İzmir Konak’ta da rastlarsınız ona Salihli’de de. Nişantaşı’nda da karşılaşırsınız Londra’da da. Tahran’da da Los Angeles’da da Tokyo’da da. Kısacası kadının olduğu her yerde. Bu, küçük bir köydeki küçük bir çember değildir. Bu, dünyanın alçak şerefsiz bir çemberidir.

Erkek gider. Erkek, bırakıp, gider... Hep gider. Hep giderler. Hep gittiler. Sibel’den önce de Sibel’den sonra da. Zeus’tan Aytmatov’a kadar hep gittiler. Sevgi neydi? Gitmek miydi? Kimi çocuklarına gitti kimi diğer kadına. Kimi eşine kimi işine. Bazılarıysa başka diyarlara gitti. Bazıları dönmek istediyse de dönemedi. Gitmenin rengi değişti ama kendisi hiç değişmedi. Bazı adamlar Rus kıyılarına gitti. Sonra geri geldiler. Sonra yine gittiler. Sonra geri geldiler. Gitti geldi gitti geldi gitti, geldi, gitti.... Papatyanın son çiçeği, koptu...

Nefretin, yalanın, iftiranın, sevgisizliğin, haysiyetsizliğin ve onursuzluğun her daim bıkmadan usanmadan serpiştirildiği bu topraklara kızlar ve babaları kol kanat gerdiler. Küçük bir toprağı korumak istediler. En azından kendi küçük çemberlerindeki toprağı. Böylece küçük bir yeri kirlenmekten kurtardılar. Yeniden el ele tutuşup sıcaklıklarını birbirlerine geçirdiler. Sevgi ve mutluluk tohumları onlardan toprağa döküldü çil çil. Işıl ışıl oldu toprak, aşka gelip kocaman yapraklı çiçekler doğurdu çatır çatır. Uzadıkça uzadılar büyüdükçe büyüdüler renk renk. Her yanı mutluluk, sevgi ve güzel kokulu gözyaşı sardı. Uzayan çiçeklerin içinden Damla Sönmez çıktı. Çünkü Sibel Damla’ydı Damla da Sibel. Sibel gerçekti. Sibel’i anlatmak öyle kolayca çarçabuk bir şey değildi. Gerçek Sibel’i gerçekten bir damla anlatabilirdi.
5 yıl önce
avatar
İstabul uçurumunda distopik bir karadeniz( yada Nuri gibi Ceylan sekmeye çalıştım)

İzlediğim ve vasat bulduğum yerli filler içindeki yerini alan yapım. (2/10)

Gelelim nedenlerine: Ana karakteri Sibel yalnızlık psikojisi ile manik depresif değişken bir karakter. Damla SÖNMEZ'de bu karakteri elinden geldiğince başarılı yansıtmış. Genel olarak ana karakterleri canlandıranlar oldukça başarılı olsada figürasyon seçimi tam anlamıyla fiyosko olmuş. Yardımcı oyuncuların hepsi sonuna kadar amatör ve bu durum o kadar bariz bir şekilde filmi kötü etkiliyorki filmi izlerken asla kanalize olamıyorsunuz. Bölgenin karadeniz olduğu her halinden belli. Bu nedenle oyunculuklarda göz önünde bulundurulması gereken bariz durum ise karadeniz ağzının genel özelliklerini taşımaları. Peki böyle bir durum söz konusu mu? Hayır...

Belli başlı oyuncu hatalarının yanı sıra buradaki "bariz hatalar bütünü" diyebileceğimiz şeylerin esas sorumluları ise senarist ve yönetmen. Zaten benim esas yerden yere vurduğum hataların bariz sorumluları da bunlar. Kısaca özetlersek çocukluğunda geçirdiği ateşlenme sonucu ahraz olduğu için Sibel bulunduğu bölge halkı tarafından sevilmez. Toplumsam orantısız dışlanması ve ortaçağda cadı muamelesi görmesi diyebiliriz bu abartıya. Köy halkı Sibel'in dilsiz olmasından ve kuş dili (par dili) konuşmasından son derece rahatsız. Ama ne tuhaftır ki bütün köy halkı da bu dile hakim. Yani saçmalığı şöyle özetleyelim bütün herkes ikinci bir dil olarak ingilizce konuşuyor olsun, bu türden bir bölgede sadece kendi ana dili olan türkçe konuşan birine karşı tavır almak gibi bütün filmdeki tutum. Bölge halkının karadeniz ağazı ile konuşmaması veya oyuncuların bunu yansıtmamaları belki de yönetmen isteği, ki eğer yeteri kadar iyi yapılamıyorsa olmaması daha iyi bir durum. Ama figürasyon bacıların bu ağız olayından haberi yok olacak ki muhtarı evlnemeye ikna etmeye çalışan bacı antep ağzı ile konuşuyor. Çok fazla ana karakter yaratılmamış ve çok fazla tip barındırıyor. Daha bu tür hatalar yerden yere vurmakla bitmez. Peki bitti mi, tabi ki hayır.

Yönetmenin bariz onlarca devamlılık hatası var. başlıbaşına kamera açılarının çoğu zaten vasat. ev içindeki takip sahneleri falan başarısız. Tipik bir sanat filminde bu durumlar gözardı edilebiliyor ama bu filmi ben sanat kategorisine sokamadım o yüzden "çakma sanat" türünde film olarak değerlendiriyorum. Orman planlarında gertekiz aksiyon çekimleri, stok görüntüler, ev içinde hadi iyi geceler derken perde çektiğinde dışarıda henüz gündüz olması ki bu durumu telafi etmeye çalışmaya çalışmışlar. Akşam dizisi gibi bir sesle tv'yi kapatıp akşam mış imajı sergilenmiş ama malesef yememiş. Ali adında bir karakter yaratılmaya çalışılmış ama o da mantıksal hatalarla dolu. Ormanda elinde silah olan birinin üzerine kimse çalının içine saklanıp salak gibi atlamaz. Adam sözde teröristse neden silahı yok, neden tek başına? Yada iddia ettiği gibi asker kaçağı, antimilitarist biriyse neden dağa çıkıyor. İstanbul'dan kalkıp karadenizde dağa çık! Madem vicdani retçi neden birinin kimliğine ihtiyaç duyuyor. Erkan Kolçak Köstendil oldukça başarılı ve sevdiğim bir oyuncu ama yanlış senaryo seçimi yapmış bu kez. Kızımız Sibel karakteri ormanda boğuştuğu ve tanımadığı birine yardım ediyor buna eyvallah, çünkü dışlanmış ve yalnız bir karakter. Ama güzel kardeşim senin üzerine ormanda biri atlayacak korkup kaçacaksın ve o arada çizmeyi değiştirip çarıklarını giyeceksin. Hadi bunu da yedik diyelim babası eve kitliyor kız depo kapısına omuz atıp çıkıyor! yahu kardeşim kapıyua mı kıyamadınız o kadar film çekerken yoksa evin içinde bizim bilmediğimiz bir bizans tüneli vardı da o mu çıkıyor merdiven altındaki depo kapısından. Geneli, sanatı, yönetimi, asistanı film boyunca uyumuş sanki bir tek oyuncular çalışmış bu film çekilirken. Bölgenin karadeniz olduğunu anlatmak için karadeniz tv açılıyor, mısır, çay, fındık toplanıyor ve par dili kullanılıyor ama son sahnelerde bu denli çevre baskısı olan bir köyde okul servisindeki kızların bununda piercing var! Hepsi birbirinden absürt etkileri yönetmen görmüyor sanırım. Hayır servisteki kızlara demediler mi acaba kızım siz hangi istanbul köyünden geldiniz diye. Unutmadan sinir bozucu bir sahnede Sibel'in Ali gittikten sonraki kusma sahnesi. Abi her sinir nöbeti geçiren gidip kusmuyor. Sanki hepsi aynı tornadan çıkmışcasına aynı çekimleri yapan yönetmen arkadaşlarım lütfen şu ota boka oyucuya kus demeyin artık. Bizde izlerken sinirleniyoruz ama kusmuyoruz.

Koca filmde evet emek harcanan yerler var ama bu durum vasat olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu yazıyı yazdım çünkü ben vakit kaybettim siz etmeyin gardaşlar. İş yapamayan herkes iki açı kullanıp sanat filmi çektik diyecekse işimiz var. Açıp biraz kitap okuyup, belgesel izleyip, kadadenizde iki hafta yaşayıp bu filmi çekseler bu hataların yarısından fazlası olmazdı. kendi yaşadığı topluma bu denli uzak, bu denli lümpen yönetmenler bence ortaya hiçbir şey koyamazlar. Kendilerini geliştirmelerini umuyorum. Umarım bu yazımı görürler ve bu kadar bariz hataları seyirceye göstermeden kendi aralarında hallederler.
Sibel Altyazıları
Henüz bu filme ait altyazı bulunmuyor.
10 takip
Bu filmi sevenler şunları da sevdi
Forumdan Benzer Başlıklar
Türkçe Altyazı © 2007 - 2024 | hd film