Giriş Kayıt

Sefertası (2013)

Dabba
avatar
Regisseur (14 Şubat 2016)
Öğle yemeğinde aşk

Bisikletli bir adam kapıya yanaşır. Sefer tasları havalı balonun kum torbaları misali bisikletin etrafında asılı durmaktadır. Evlerden topladığı yemekleri sahiplerine ulaştıracak. Bu işi her gün rutin olarak yaptığı belli. Evin hanımı Ila, küçük kız çocuğunu okula göndermiş, üst katta yaşayan teyzesinden işin püf noktalarını da alarak yemeğine lezzet katma telaşında. Kocasının kalbine ulaşacak yolu mideden geçirmeye kararlı. Mumbai, bizde bilinen adıyla Bombay’da çalışan iş adamlarına yemek taşıyan kuryelerin işi de pek zor. Sistemli bir şekilde yemekleri her daim doğru adrese göndermelerini beklemek ne kadar mantıklıdır bilinmez. Bazen yanlış tren doğru durakta indirir. Sefer tasının yeni durağı da doğru mudur ki?

Devlet dairesinde çalışan Saajan, önüne gelmiş olan bu farklı yemeği tadını çıkara çıkara yemesini biliyor. Akabinde de monotonlaşan hayatına bir renk, bir koku katan bu ziyafet anları ona en çok heyecan veren rutinlerden birine dönüşüyor. Saajan emekliliğe gün sayarken, işyerinde ona asistan olarak gelen, işi bıraktığında yerine geçecek olan Shaikh’e de katlanmak zorunda kalıyor. Sefer tası içine konulup gönderilen mektuplar eşliğinde, Ila’yla Saajan’ın paylaşımlarına tanık oluyoruz.

Kısa filmleri olsa da ilk uzun metrajını çeken Ritesh Batra, doğup büyüdüğü şehir Bombay’ın havasını arka planda konumlandırmasını iyi beceriyor. Oyuncular arasında yer yer oluşan yapay iletişim anlarını saymadığımızda, gerçekçiliğin ağır bastığını söyleyebileceğimiz bir yapım. Yönetmenin sinema anlayışını anlatacak önemli bir kelime de, samimiyet. Kamerasını karakterlerin iç dünyalarını yansıtabilmek adına yakın tutmayı elden bırakmadığı gibi, bu şekilde izleyicinin de karakterlerin durumlarıyla daha rahat empati kurmasını sağlamış oluyor.

KALP KALBE KARŞI

Ila ve Saajan’ın açmazlarıyla ve çok uzak fazla yakın halleriyle derinleşen filmi, tesadüfen bap kurmuş olan bu iki kişinin olayı olarak görmemeli. Bombay’ın kendine has kodlarıyla, herkesin işinde gücünde bir döngüde olduğu hayatın çarklarının aktığı şeklinde de okumalı. Bu çarklar değiştiği anda, ritmin değişivermesini de olağan karşılamalı.

Emekli olma arifesinde olan Saajan’ın psikolojisi, kurmaya çalıştığı ilişkide adımlarının yavaşlamasına sebep oluyor. Ila, kendisini hiçe sayan bir koca ve içine attığı gözyaşlarının metaforu misali kurumayan çamaşırların eşliğinde yaşarken yemek yaparken nasıl kendince bir kaçış yolu bulmuş çocuklar gibi şen ise Saajanda belgelerin, evrakların arasından çıkıp sefer tasının içinden çıkanlarla bir başına kaldığında o denli mutlu.

Alışılmadık bir tesadüf hikayesini, bilindik klişelerin içerisinde farklılaştıran filmin en önemli artısı da içinde barındırdığı karşıtlıklar. Eşlerini farklı manalarda, hayatlarındaki heyecanı da aynı manada yitirmiş bu iki kayıp ruhun, posta güvercinleriyle taşınır gibi bir o tarafa bir bu tarafa gidip gelen sözcükleri, günümüzde asla ve kat’a eski tadını bulamayacağımız türden bir mektuplaşma resitalinin oluşmasını sağlıyor. Sefer tasının yolunu şaşırmış olması da böylelikle anlam kazanmış oluyor.



avatar
Uskudari (16 Ocak 2019)
  • 160/ 10
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10
24 Mayıs 2014 târihli yazımdır.

Yönetmen Ritesh Batra'nın ilk filmi olan "Sefer Tası" ülkemizde 20. Altın Koza Film Festivali, 50. Altın Portakal Film Festivali, 12. Filmekimi ve Başka Sinema etkinliği kapsamında gösterilmiştir.

"Bâzen yanlış tren, sizi doğru adrese götürebilir."


Filmin orijinal adı olan "dabba" Hintçe (Hindi)'de "kutu (daha ziyâde silindirik, alüminyum vb.)" anlamına gelmekteymiş, yani bir nev'i bizdeki "sefer tası"nın karşılığı. Bu "dabba"ları taşıyanlara da "dabbawala" (Wala: Adam) denmekteymiş. 120 yılı aşkın bir geleneğin devâmı olarak Mumba'ide her gün 5.000 kadar "dabbawala" 200.000'e yakın sefer tasını banliyölerden, şehir merkezine taşımaktaymış. Filmde Harvard Üniversitesi'nin incelediği filan iddiâ ediliyor, ama bir hakîkat var ki Forbes dergisinin "6 Sigma" değerlendirmesine göre -yarısı kadarı okuma yazma bilmeyen çalışanlara rağmen- teslîmatta % 99,999999 oranı tutturulmuş, yani bu da 16 milyonda 1 hatâ demekmiş. İşte filmde de "dabbawala" amcamızın "Öyle bir şey olması imkânsız; şimdiye kadar hiç olmadı. Harvard, hatta Kral (?) bile bizi inceledi, ama bir kusûrumuzu bulamadı. Mektûbunuz yanlış adrese gidebilir, ama sefer tasınız asla!" sitemiyle karşılanan o 16 milyonda 1'lik hatânın, daha doğrusu ihtimâlin, tesâdüfün hikâyesinden yola çıkıyor Ritesh Batra.

Ila (Nimrat Kaur), monotonlaşan evliliğinde kocasının ilgisizliğine derman olarak, üst katındaki komşu teyzenin de desteğiyle, eski bir formüle başvurur: Erkeğin(in) kalbine, mîdeden ulaşmaya çalışır. Yine özene bezene pişirdiği yemekleri sıra sıra sefer tasına dizer ve evinden teslim almaya gelen "dabbawala"ya emânet eder. Birkaç saat sonra bomboş getirilen sefer tası iyiye işârettir; akşama övgü dolu sözlerle karşılaşmayı umut eder Ila, ama kocası -her ne kadar gayet iyi olduğunu dile getirse de- karnıbaharı pek sevmemektedir. Elbette Ila da bunu iyi bilmektedir ve o yüzden karnıbahar pişirmemiştir. Peki kocası karnıbahar yediyse Ila'nın eşsiz yemeklerini kim mîdeye indirmiştir? Tecrübeli komşu teyzenin yönlendirmesiyle Ila ertesi gün yanlışlığı ifâde eden bir not yerleştirir en alt kaba ve böylece 21. yy'ın ilk çeyreğini yaşadığımız ve türlü iletişim imkânlarından istifâde ettiğimiz şu günlerde bir tür posta güvercini hikâyesi peydâ olur.

Eşinin ölümünden sonra içtimaî hayâta katılımı neredeyse işe gidip gelmesiyle sınırlanan ve âdeta -gerekmedikçe- insanlarla iletişim kurmaktan imtinâ eden 35 yıllık memur Saajan (Irrfan Khan) ile tek arzusu kocasıyla eski günlere dönebilmek olan ev kadını Ila'nın, yanlış teslîmat sonucu yollarının kesişmesi ve mektuplaşmaları sâyesinde her ikisinin öyküsüne, yaşantısına, anılarına, iç dünyâsına girmemizle kâh bir romantik komedi, kâh bir dram havası teneffüs ediyoruz. Kabaca böyle olsa da aslında bu kadar basit şekilde geçiştirilebilecek bir film değil. Yan karakterler ve hikâyeler de epey güçlü ve dokunaklı. Filmin bilhassa mizâhî yükünü sırtlayan ve annesinden (!) yaptığı alıntıyla filmi özetleyen Shaikh (Nawazuddin Siddiqui) oyunculuğu ve mimikleriyle kimi zaman kasvetli ortamı dağıtmayı başarıyordu. Kezâ Ila tarafında da -cismen hiç görmediğimiz- "(komşu) teyze" benzer bir denge unsuruydu. Yalnız Ila'nın annesi/âilesi ile ilgili sahneler de yama gibi duruyordu doğrusu.

Metin husûsunda gayet güçlü olan filmle ilgili o denli çok kavram zikredilebilir ki âdeta "insan ve hayat ansiklopedisi" olduğu düşünülebilir. Aşk, sevgi, evlilik, âile, komşuluk, (büyük)şehir hayâtı, iş hayâtı, tekdüzelik, emeklilik, yaşlılık, yalnızlık, ayrılık, toplumsal değerler, etnik kimlikler... şeklinde uzar gider bu liste. Tabiî bir de araya âdeta usta işi gibi sıkıştırılan mesajlar ve kareler var ki filmi daha anlamlı kılıp yukarılara taşıyorlar. Yine de gözümüze sokulan kimi tesâdüfler için bu denli iyi niyetli konuşulamayabilir, ama sanırım bir tür "(kayıp) ruh eşi" etkisi için serpiştirilmiş olduklarını düşünüp sîneye çekebiliriz. Zâten yakın çekimlerle, kimi zaman da alâkasız görünebilecek detaylarla karakterlerle bütünleşmemizi istiyor yönetmen. Filmde bir başka dikkat çeken şey de müzik kullanımı; radyodan, sokak şarkıcılarından ya da "dabbawala"lardan işittiğimiz ezgiler. Böylece müzik de sâdece fonda eşlik etmeyip bir nev'i rol de (ç)almış oluyor. Eh, adı "Sefer Tası" olan bir filmde elbette o tasın içindekiler de hayli ön planda olabiliyor. Karnınız tokken seyretmenizi tavsiye ederim, zîra bırakın yalnızca acıkmayı, hiç yemediğiniz hâlde âdeta Hint yemeklerine aşerebilirsiniz.

Ritesh Batra'nın, çok sâde bir üslûpla sâkince ve ince ince işlediği, diğer yandan basit sayılabilecek öyküsünü yerel motiflerle bezeyip evrenselleşebilecek bir yapıya kavuşturması -hele ki ilk uzun metrajı olduğu düşünülürse- takdîre şâyan doğrusu. Öyle sahneler var ki filmden çıkarıp birer kısa film olarak takdim edildiğinde bile alkışı hak eder. Meselâ Saajan'ın banyo/tıraş sahnesi... Zâten metnin ağırlığı daha ziyâde Saajan'ın öykülerinde. Sonuçta onun gözünü-gönlünü açmaya, Ila'nın da akla (tavsiyeye, tecrübeye) ihtiyâcı var. Söylememek olmaz, Irrfan Khan gerçekten de tecrübesini konuşturmuş Saajan Fernandes rolüyle.

Kalabalıklar içinde yalnızlaşan, aralarında neredeyse kuşak farkı bulunan, âdeta monotonluğa hapsolmuş iki insanın milyonda birlik tesâdüf sâyesinde yalnızlığını giderdiği, derdini paylaştığı, kabuğunu kırdığı, yüreğini açtığı bir tür kaçamağı konu edinen film sonunda dönüp dolaşıp aynı yere geliyor: Bu tren nereye/doğru adrese mi gidiyor?

Anlatmak istedikleri ve verdiği derslerle ilgiyi fazlasıyla hak eden film, bayatlamış hikâyelerden sıkılanlar için de kaçırılmayacak bir fırsattır kanımca. Genellikle ev(ler), ofis, tren gibi kısıtlı/dar alanlarda geçse de içine çeken, buyur eden, bir köşede yer veren içten ve sıcak atmosferi ile sıkılmadan seyrettiyor kendini. Zâten sıkılmaya fırsat dahi bulamayacağınız, 100 dakîkayı bile görmeyen, bir sürede sona eriyor. Bir Hint yapımı olduğu düşünülürse sırf şu süre dahi seyredilmesi için yeter sebeptir sanırım. (Demek ki -isteyince- oluyormuş Bollywood.)

Filmin sonunun havada kaldığı düşünülmüş kimilerince, ama bir noktada işin o kısmı önemini yitiriyor. Sonuçta yönetmen, bize mutlu bir son vâdetmiyor, en azından şimdiye kadar çoğu kez karşılaştığımız türden mutlu sonlar gibi. Kaldı ki dikkatle seyredenler son sahneden bir çıkarımda bulunabilir.



Türkçe Altyazı © 2007 - 2024 | hd film