1977
3 WomenDram / Gizem / Gerilim124 dk
Yönetmen: Robert Altman
Memleketi Texas'tan henüz gelmiş olan Pinky Rose (Sissy Spacek), Güney Kaliforniya'nın çöller bölgesinin sıcak su kaplıcalarıyla tanınan bir kasabasının yaşlılara hizmet veren tedavi merkezinde işe başlar. Bu utangaç ve çocuksu görünümlü kızı yine...
7.7 (17,921 Oy)
Sevgili paralax'ın kaleminden..
3 Women, Los Angelsta birbirinden farklı hayat sürmüş 3 kadının hayatlarının kesişmesini anlatıyor. Aslında hayatlarını anlatıyor denemez. Çünkü yaşadıkları kısacık bir kesitten bahs ediyor. Önceki yaşamları hakkında, hiçbir veri sunmuyor. Nasıl düşündükleri hakkında da. Daha doğru söylersek,
Robert Altman; 3 Women filmi ile seyirciye ızdırap çektiriyor. Yorum yapmamızı bekliyor. Onun düşündüklerini, bulmamızı istiyor. Bizimle oyun oynuyor. (Bu oyuna ne kadar iştirak ettiğimiz ise, tartışılır.) Filmi izlerken yine aynı soru beynim de canlanıyor.
Aslında ne demek istedi. Bu sorunun cevabı oldukça öznel olacak kanımca. Filmin konusunu filan anlatmadan, direkt olarak beynimde canlanan imgeleri anlatmaya çalışacağım. İzleyenler için dediklerimin algılanması kolay olacak; ama izlemeyenler için ise imkansız gibi birşey.
3 Women bir çöl filmi. Hem de Los Angelsda geçmesine rağmen bir çöl filmi. Çünkü Altman burada,
taşra/kent çelişkisinden hareketle, aslında yaşanılan her mekan çöldür demek istiyor. Çöl olgusunun bu kadar ön plana çıkarmasıyla beraber; film
müthiş bir tedirginlik ve yalnızlık psikolojisine bürünüyor. Zaten karekterlerin konumlandırılması da bu öğe üzerine kurulu.Garip bir şekil de, iki ana karekter de, Teksasdan gelmiş. İlki izleyicinin sinirini bozacak kadar antipatik, çevresi tarafından sevilmeyen, ancak kendi hayal dünyasında herkesin ona hayran olduğunu zanneden bir tip. İkinci karekter ise, Pinky. Saf, utangaç çevresi ile iletişime giremeyen anti sosyal bir kişilik.
Her şey Pinkyin askeri bir disiplin altında işletilen bir rehabilitasyon merkezinde işe başlamasıyla başlar. Bu hastahanenin, sert, karı ve kurallar yığını altında işletilmesi, kapitalizmdeki sınıf çatışmasını vurgulamk için yapılmış. Ayrıca iki ana karekterin alt tabakadaki yaşamları, bununla beraber kurdukları hayallerin sınırlılığına da vurgu niteliğinde. -
Pinkyi eğitme görevi
Millye verilir. Pinky, Millie hayran olur. (Bu kelime yeterli değil, tanrı gibi görür.) Bence, bu hayranlık iki şekilde yorumlanabilr: Birincisi; hayal ettiği kişiliğin karşısına çıkması ve bu karşılaşma olmak istediği kişinin otaritesine teslimiyetinden ibaret. Yani Milliein herhangi bir önemi yok.
Taşralı kadının, kentli kadına duyduğu tapınma histerisi. İkincisi: yabancı topraklarda, erkeklerin egemen olduğu bir diyar da kendisini güvende hissedebilmesi için, özdeşleşeceği bir karekter gerekliydi yaşayabilmesi için o karekterde Milliedi. İkinci yorumdan hareket edersek varacağımız yer kanımca
Bergmanın Persona filmindeki karakter özdeşleşmesi olacaktır.
Millenin ev arkadaşı, evden ayrılınca Pinky onun yanına taşınır. Aslında film de burda başlar. Willie ve Edgarın devreye girmesiyle. Edgar, figüranlık yapmış, lipidosu bir hayli yüksek, kadınlar üzerinde hakimiyet kurmak istiyen ama aşağılık kompleksleri olan bir zattır. Willie ise, konuşmayan, duvar resimleri yapan, hayeletimsi hamile bir kadındır. Bulduğu heryere resim yapar. Resimleri, erkek egemen toplumun genel görüntüsü şeklindedir. Erkeklerin cinsel organını aşırı bir şekilde vurgular.
Elleri canavarımsı, yüzleri ise, şehvetten ve açlıktan kudurmuş birer köpek gibidir. Saldırgan, kadını yok etmeye programlanmış bir canavardır onun için erkek. Ayrıca Willienin hamileliği tam da erkekten nefretin objesidir. Çocuğun varlığı Willie için eril erkek toplumunun günahıdır. Resimlerin de; doğum yapacak kadının çığlığı, zihnimizi işgal etmekte.
Pinky ise, eve taşındıktan sonra tamamen Millienin hegomanyasındadır. Onun her yaptığını taklit eder. Böylelikle yaşama imkanı bulur. Millieye burda biraz değinmek gerekli. Çevresine daima yalan söyler. Hatta onunla alay ettiklerini bildiği halde yine konuşur. Çünkü hayatının temel fantezisi, çevresi tarafından takdir edilmektir. Eğer, gerçekle yüzleşirse, dağılması ya da bildiğimiz anlamda ölmesi demektir ki; yalanları bu fantezinin devamı ve yaşamak içindir. Bir de kentli olma sorunu var. Kentli kadının özgür aşk ile, taşralı kadının, sahip olunan nesne konumunda tam da arada kalmıştır. Bu onu erkek budalası ama başarısız bir kadın cinsel doyumsuzluk ile cinsel sönüm arasında kalmasını gerektiriyor. yapmaktadır. Yaşadığını ispatlaması gerekmektedir ki; bunu Edgarla yapacaktır. Çünkü çevrsinde ona tek kadın gibi davranan odur. Edgarı eve getirir. Bu olayı gören Pinky, ilk defa Millieye karşı gelir. Kavga ederler. Sonunda Millie, Pinkyi evden kovar. Pinky de ağlayarak giderken, havuza düşer. Ağır yaralanır ve koma da uzunca bir süre kalır. Bu süre zarfında Millienin değişimine şahit oluruz. Pinky, onun için önemli bir insan halini alır. Kanımca; Kazadan sonra, temel olan Millienin fantezisinin çökmüş olmasıdır. Tıpkı Pinky şehre yeni geldiğinde yaşadığı hayranlık (Hayatta kalması gerekiyordu.) Millie de yaşammıştır. Roller ters çevrilmiştir. Aslında
karakterlerde de garip bir tersine çevrilme söz konusudur. Pinky, Millieleşmiş ama Millienin gerçekten olmak istediği kişi olmuştur. Millie ise, Pinky hastanede yatarken bile, Pinky gibi olmuştur. Fedakar, iyi niyetli vs... Bunun sebebi ise, Freudyan bir dille söylersek,
öznenin eksik kurulması ve kişilikteki yarığın, kişiliği yok etmesi veya başka birşeye dönüştürmesi olarak adlandırabiliriz.
Son sahne ise anlatılması en olanaksız kısım bence. Pinkyin rüyası ile başlayalım. Rüyada Willienin resimlerinin görüntüsü altında, şiddet ve onun yarattığı travmayı görebiliriz. Şiddeti, erkek egemen toplumun cinselliğinin, kadın üzerinde yarattığı çaresizliği olarak okuyabiliriz. Tabi şunu da ekleyelim. Pinkynin gördüğü rüya da, su içinde geçiyor ve suyu fetüs gibi kullanıyor. Millienin karnındaki şey tam da, o zamana kadar yaşadıkları aşağılanma, yok sayılma, ezilmeleri, kimliksizleştirmelerini simgeliyor. Rüya bittikten sonra, Pinkyi Millienin yanında uyumaya geliyor. Kazadan sonra, ilk defa kişiliklerindeki yarılma giderilmiş, iki kadın bir olmuşlardır. Daha sonra Edgarın odaya gelişi ve Willienin doğum yapmakta olduğunu öğrenmeleri ile. Willienin evine giderler. Edgar yalnışlıkla kendini vurur ve ölür. Pinky ve Millie, Willienin evine geldiklerinde, Willie doğum yapmak üzeredir. Pinkyi doktor öağırmaya gönderirler ama o gitmez. Yüzünde yine fetüs benzeri su dalgalanmaktadır. Korkuyordur. Çocuğun dünyaya gelmesi sanki deccalın dünyay gelmesi gibidir. Üzerinde yaşanılan, vahşice süren sistemin günahıdır. Doktor çağırmaya gitmez. Bekler. Korkmuş şekilde bekler... Sonunda, çocuk ölü doğmuştur. Hayatlarını bağlayan tüm sınırlardan kurtulmuşlardır. O resimlerdeki canavarlardan, kendilerini mahkum eden taşralılıktan, çölden, en önemlisi erkeklerin varlıklarından. Artık 3 kadın tek ve özgür bütüncül bir varlığa dönüşmüşlerdir.
Toparlamaya çalışırsak; 3 Women filmi, kendi içinde bir çok alt metin içeren, devingen bir film. Zorlayıcı görsel imgelerle dolu. Kendinden önceki bir çok filme atıfta bulunmuş istisnai bir film. Kanımca; bu film ile erkeğin hegomanyasına karşı direnmeyen, edilgen ve kaderlerini kabullenip, onlara biçilen rolü oynamaya çalışan kadınların sessiz çığlığıdır.
Son olarak, bu filmi çevirerek, bize izletme fırsatı sunan
BitterMoona çok teşekkürler.
Yazar.
paralax