CELLAT ASLINDA KİM?
CruSuS arkadaşımızın başlattığı TA Film İzleme Etkinliği'nin ikinci haftasında In Cold Blood (Soğukkanlı ve/veya Soğukkanlılıkla) adlı filmi izledik, tüm katılımcı arkadaşlarla birlikte. Galiba bu filmi öneren de yine CruSus'un kendisiydi. Yanlışım varsa affola.
Filmi yorumlamaya geçmeden önce, ilk olrak filmi etkinlik için öneren ve bu film için oy veren CruSuS'a (eğer bir başka arkadaş ise ona) teşekkürler. Açıkçası ben oyumu bu filmden yana kullanmamıştım ama hafta sonu hem seçilen filmi, hem de kendi oyladığım filmi seyrettim ve diyorum ki, iyi ki bu film seçilmiş.
Ayrıca etkinliği başlatan CruSuS'a da bir kez daha teşekkürler. Bu sayede, varlığından haberdar olmadığımız için belki de hiç seyretme şansı bulamayacağımız filmleri seyrediyoruz. Zira benim için iki haftadır öyle oluyor. Etkinliğe TA üyesi tüm arkadaşların katılmasını tavsiye ederim.
*************************
Uzun süresi ve ağır ilerleyişi başta filmin dezavantajı gibi görünse de, izledikçe filmin böyle olması gerektiğine ikna oluyorsunuz. Zira film sadece soğukkanlılıkla gerçekleştirilmiş bir katliamı anlatmıyor, bunu gerçekleştirenlerin iç dünyalarına da bir pencere açıyor. Gerçi Türk Dil Kurumu'nun tarifini de göz önüne alacak olursak, katliamın gerçekleştiriliş biçimini ben "soğukkanlılıkla" şeklinde adlandırmazdım. Daha çok "bilinçsizce" gerçekleştirilen bir eylem gibiydi.
Filmle ilgili diğer düşüncelerimi aktarmadan önce belirtmek istediğim öncelikli bir husus var ki, o da katliama sebep olan paranın miktarı. Aslında bu durum, geçmiş yıllarda çekilmiş veya geçmiş dönemleri anlatan filmleri izlerken karşılaştığımız, oldukça can sıkıcı bir durum. Yani en azından benim için öyle. Ben de bir algı sorunu yaratıyor ve ilgili sahnelerde ve/veya hikayenin bütününde gerçekleşmesi gereken etkinin oluşmasına engel oluyor. Filmde soygun girşiminin ve ardından yapılan katliamın 10.000 $ için gerçekleştirildiğini ve bu miktarda bir parayla baş karakterlerimizin bolluk içinde yeni bir hayat düşleri kurduğunu görüyoruz. Bu yüzden filmin daha başındayken, filmi durdurdum ve hemen internette bir arama yaptım; 10.000 $'ın günümüzde ne kadar ettiği ile ilgili. Aslında 10.000 $ yine 10.000 $'mış. Ama alım gücü açısından değerlendirildiğinde durum değişiyor. Şimdi ayrıntılara girip, rakamlarla boğmayalım yorumu. Kısacası, alım gücü açısından 1960'ların 10.000 $'ı günümüzün yaklaşık 500.000 TL'sine eşdeğer. Yani soygun planı ve kurulan hayaller 500.000 TL üzerine. Bu rakam da, akıllı kullanıldığı takdirde yeni bir hayat kurmaya yeter. Bu bilgiden sonra filmin anlattığı hikaye, benim için daha bir anlamlı oldu elbette.
Siyah beyaz filmleri oldum olası sevmişimdir. Sadece sinemanın siyah beyaz yıllarında çekilenleri değil, renkli yıllara geçildikten sonra siyah beyaz olarak çekilenleri de. Dolayısıyla bu filmi seyretmeye de, beğenmeye hazır bir ruh hali le başladım ama film de beğenilmeyecek gibi değildi doğrusu. Özellikle birkaç sahnedeki geçişlerin görsel ve işitsel uyumuna hayran kaldım. Bu uyum filmin tamamına hakim olmasa da, aklınızda kalan o bir kaç sahnenin güzelliği oluyor. Ancak bir sahne vardı ki filmde, hani derler ya "anlatılmaz, yaşanır" diye; işte aynen öylesi. Filmin baş karakterlerinden Perry, hücrede pencerenin kenarında hikayesini anlatıyor. Dışarıda yağmur şakır şakır yağar vaziyette. Ve bu yağmurun aksi Perry'nin yüzüne düşüyor. Penceren akan yağmur suları Perry'nin yüzünde öyle bir süzülüyorlar ki, Perry gerçekten ağlasa bu kadar etkili olmazdı. Hem anlatıyor, hem de iki gözü iki çeşme ağlıyor gibi. Böylesi efektif bir sahne, günümüz filmlerinde zor bulunur. Zira artık yük bilgisayar efektlerinin sırtına bindirilmiş şekilde. Doğallık, yerini yapay sahnelere, zorlama duygu sömürülerine bırakmış durumda. Birçok yönetmen, doğal ortamı kullanmak yerine, bunu bilgisayar masasının ardında gerçekleştirmeyi tercih ediyor. Bu durum da, doğal ortamdan harikalar ortaya çıkaran bu ve bunun gibi filmlerin değerini artırıyor.
Filmin siyah beyaz olmasının dışında, benim için bir diğer sürprizi de, filmin müziklerinde Quincy Jones imzası bulunmasıydı. Kendisi çok beğendiğim bir müzisyen ve prodüktördür. Prodüktörlüğünü yaptığı Michael Jackson'un Thriller adlı albümü dünya genelinde 100.000.000'dan fazla satılmış kopyayla tüm zamanların en çok satan albümü ünvanını kazanmıştır. Bu film için yaptığı, caz sularında yer yer ağır aksak, kimi zamansa uçarcasına dolaşan müzikler de oldukça hoşuma gitti.
Filmde medyaya ve adalet sistemine yapılan göndermelere de sonuna kadar katılıyorum. Ne medya etiği ne de adalet sistemiyle ilgili o günden bugüne değişen pek bir şey yok. İdam cezalarıyla ilgili de, hep J.R.R. Tolkein'in şu yazdıkları gelir aklıma: "Ölen birçok insan da yaşamayı hakediyor. Onlara hayatı geri verebiliyor muyuz ki, bir kişinin öldürülmesi hakkında karar verme yetkisini kendimizde buluyoruz." Belki birebir böyle değildi kaleme aldıkları, ama aklımda kaldığı kadarıyla bu anlama çıkıyordu. Zaten mahkeme sahnesiyle bu ikillemin -hem adalet sistemindeki, hem de kutsal metinlerdeki- altına kalınca bir çizgi çekilmiş. Sanıkların, İncil'deki Çıkış, 20. Bap, 13. Ayet'te yer alan "Öldürmeyeceksin!" Tanrı kelamı referans alınarak suçlu kabul edilmeleri gerektiği ve bu yüzden Tekvin, 9. Bap, 12. Ayet'te yer alan "Her kim insan kanı dökerse, onun kanı da insan eliyle dökülecektir!" ifadesini insanoğluna verilmiş bir öldürme yetkisi olarak kabul edip, idam cezasına çarptırılmaları, ölümle cezalandırılmalarında hiç bir beis olmadığı, hatta doğrusunun böyle olduğu iddia ediliyor savcı tarafından. Bu da, her durumda bir ikilemdir, kanımca. Elbette ayetler onu nasıl değerlendirdiğinize, nasıl anladığınıza göre değişir ancak öldüreni, öldürerek cezalandıran bir ceza sistemi için olumlu yönde söylenebilecek pek fazla söz yoktur. Bu anlamda Perry'nin, idam sehpasında kendisine İncil'den dualar okuyan rahibe, "Tanrı burada da var mı?" diye sorduğu sahne, filmin çok manidar ve düşündürücü sahnelerden biriydi.
Adalet sistemiyse eskiden olduğu gibi, şimdi de siyah ve beyaz kadar keskin hatlara sahip iki kenarlı bir bıçak. Zengine her zaman daha nazik, fakire ise "vurun abalıya" şeklinde. Yönetmenin düşüncesinin de bu yönde olduğunu, soyguna giderleken, arabada Dick'in söylediği sözlerden de çok rahat bir biçimde anlayabiliyoruz.
Filmin en büyük ve dikkat çekici özelliklerinden biri de, her ne kadar satır arasında kalmış gibi gözükse de, cellatlık gibi tabu bir mesleği, aslında hayatın tam da içinden bir meslek olarak izleyiciye sunmasıydı. Genelde cellatlar -bir cellatın hayatını konu alan bir iki nadir örnek dışında; ki bu filmlerin hangileri olduğunu arama kısmına "cellat" yazıp arattırarak öğrenebilirsiniz- filmlerde pek ön plana çıkarılmazlar ve soyut bir kişilikmiş gibi resmedilirler. Aslında insan değildirler onlar; gelirler işlerini yaparlar, sonra çıktıkları dolaba geri dönerler. Yemeden içmeden, nefes almadan orada öylece beklerler, bir sonraki görevlerine kadar. Elimiz ipe değmediği için de biz kendimizi sorumlu tutmayız bu asma işinden. Günahı da, sevabı da, o insani yanı bulunmayan cellatındır. Oysa cellat aslında yan komşumuzdur, sabah simit kuyruğunda sizden önce simit alan adamdır… cellat aslında kendimizizdir. İdam cezasına sesini çıkartmayan herkes birer cellattır aslında. Film bunu gayet net bir şekilde ifade ediyor; anlamamak imkansız.
Filmde bulduğum tek kusur, yine bir para mevzusuyla ilgili. Olayı inceleyen dedektifler, kendi aralarında konuşurlarken, cinayetlerin 40 $ için işlendiğini dile getiriyorlardı. Ama bu sonuca nasıl vardılar anlayamadım. Kurbanların ceplerinde ne kadar para olduğunu nereden biliyorlardı ki? Ama bu kadar kusur kadı kızında da olur diyelim ve geçelim.
Sonuçta, gerçekten yaşanmış bu olayı anlatan ve Truman Capote tarafından yazılmış "In Cold Blood" isimli kitaptan uyarlanmış ve çekimleri olayın yaşandığı mekanlarda yapılmış olan bu filmi ben çok beğendim. Tüm sinema severlere tavsiye ederim.
1967
In Cold BloodBiyografi / Suç / Dram134 dk
Yönetmen: Richard Brooks
Truman Capote'nun en çok satan romanına dayanan, soğukkanlı bir cinayetin gerçek ve güçlü hikayesi. Başarılı ve saygın Kansas çiftçisi, karısı ve iki genç çocuğu acımasızca ve vahşice katledilirler. İki katilinde suçlarından pişmanlık duyacak kadar...
7.9 (29,866 Oy)