Giriş Kayıt
Ben, Walter White
Yeni Konu Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 1 sayfa) [Bu başlıkta 10 mesaj bulunuyor] « Önceki konuSonraki konu »
Yazar Mesaj
Quaresmania
You talkin' to me?
EditörHaber Editörü


Kayıt: 26.01.2012
İletiler: 18370
Şehir: Kocaeli
Yaş: 30 Akrep


facebook twitter Özel mesaj gönder
Quaresmania
You talkin' to me?
EditörHaber Editörü
 [Spoiler] Ben, Walter White

1. Kısım

Not: Bu yazı, Breaking Bad dizisinin başkarakteri Walter White’ın ağzından yazılmış olsa da karakterin bakış açısını yansıtmaktan başka bir amaç gütmemektedir.

resim

Şimdi anlatacaklarım bir itiraf değil. Fikir ve eylemlerimi gerekçelendirme uğraşı değil. İnsanlara kendimi anlatma çabası hiç değil. Anlaşılmayı istemek gibi bir derdim yok. Kimsenin beni anlamasına ihtiyacım yok. Yapacağımı yaptım ve hiçbir şeyden pişman değilim. Hattâ “pişmanlık” sözcüğünü kullanmayı bile zül addediyorum. Anlatmamın sebebi, kendi ağzımdan, mümkün olduğunca saf hâliyle yaşadıklarımı kayıt altına almak istememdir. Şu saatten sonra kimseyle bir alacak-verecek davam yok. Kendimle barışığım ve bu meth laboratuvarının soğuk betonunda yatarken, bir yandan sevgili kanserim, bir yandan serseri bir kurşun beni tüketmeye çalışırken, hayatımın bu son anlarını mutlu biri olarak geçiriyorum. Ömrünün yarım asırlık kısmı maddi ve manevi anlamda mütemadiyen kötüye gitmiş biri için bu hiç de fenâ değil bence.

resim

En başa dönelim… 7 Eylül 1959’da doğdum. Küçük yaşta babamı kaybettim. Beni annem büyüttü. Şimdi dönüp geçmişe baktığımda ne babamın ne de annemin karakterimin şekillenmesinde doğrudan bir katkıları olmadığını görüyorum. Babamı başkalarından dinlediğim anekdotlardan tanıyorum. Kendisi benim için bir hikâye kahramanından başka bir şey olmadı. Annem ise… bir anneydi işte…

İlk ve orta öğrenimimi bitirdikten sonra California Teknoloji Enstitüsü’ne(Caltech) girdim. Bu zamana kadarki hayatımda bilime olan tutkumu ve normalin çok ama çok üstündeki zekâmı keşfetmem dışında inanın dikkate değer bir şey olmadı. Bilim benim için daimi tek aşkım oldu. Bana hiçbir zaman ihanet etmemiş, hayatımın yegâne parçası… Caltech’te geçirdiğim yıllar, özellikle kimyayla olan kutsi münasebetimin büyüyüp geliştiği zamanlardı. Burada foton radyografisi üzerine yaptığım çalışmam, Nobel Ödülü kazanan projenin önemli bir parçası oldu. Projenin ödül almasına katkıda bulunduğum için plaket aldığım gün, o yıllardan kalan nadir güzel anılardan biridir. Artık kendimi kanıtlamıştım. Sıradan bir bilim adamı değildim. Kimyayı geliştirecek, üst basamaklara taşıyacak, hattâ dünyayı geliştirecek bir potansiyele sahip olduğumun farkındaydım. Kendi yolumu, kendi şartlarımda çizecektim. Bunun için gerekli zekâya, hevese ve hırsa sahiptim. Böylece Caltech’ten arkadaşım Elliott Schwartz’la birlikte Gray Matter Technologies’i(GMT) kurdum. Firmamız daha emeklerken bile çok büyük yerlere geleceğini biliyordum.

GMT’de yaptığımız çalışmalar, benim araştırmalarım üzerine bina edilmişti. Elliott her ne kadar önümüzün açık olduğunu görmüşse de ne benim zekâma ne de benim vizyonuma sahipti. Onun ufukta gördüğü, dışı cam kaplı modern bir plazada faaliyet gösteren büyük bir şirketten başka bir şey değildi. Bense sürekli sınırlarını genişleten bir krallık görüyordum.
Hayatım gitgide güzelleşiyordu. Biricik aşkım kimyanın yanına biri daha gelmişti. Asistanım Gretchen… Biraz klasik bir hikâye, biliyorum ama gönül bu işte. Gretchen’la zaman geçirdikçe kendimi ona daha fazla kaptırıyordum. Gözlerindeki o pırıltı, bana bakarken duyduğu heyecan, saklamaya bile gerek duymadığı hayranlık, kendimle birlikte onu da yüceltiyordu.


resim

Her şey yolundaydı. Her şey olması gerektiği gibiydi. Fakat bu iyiye gidiş uzun sürmedi. Başından itibaren kendimi adadığım şirketimden ayrıldım. Gretchen’ı ve GMT’yi ardımda bırakarak çekip gittim. Firmadaki hisselerimi ve haklarımı 5000 dolara Elliott’a sattım. Bu apansız ayrılışın sebebini herkes merak ediyor, ne olduğu konusunda herkes bir şeyler söylüyordur, eminim. Gerçek şu ki; artık bunun hiçbir önemi yok. GMT’den şahsi meselelerden ötürü ayrıldım. Belki Elliott’la Gretchen arasında bir şey olduğundan şüphelendim. Belki ani bir boşluğa düştüm, bunalıma girdim. Belki sıkıldım. Nedeni ne olursa olsun, temellerini kendi ellerimle attığım firmamdan ayrılmıştım işte. GMT’yi GMT yapan bendim sonuçta. Başka bir yerde, başka bir konuda, başka bir çalışmayı rahatlıkla başlatabilirdim. Engin zekâmın derinliklerinde fikirler yüzeye çıkmak için birbirleriyle yarışıyordu. Her türlü kazanan ben olacaktım.

Ama olamadım… GMT’den ayrıldıktan sonra hayatım dramatik bir şekilde aşağı doğru kırıldı. Neye el attıysam elimde kaldı. Hangi dala tutunduysam kurudu. Yeniden başlamak için her şeye sahip olduğumu sanıyordum. Gelgelelim, o arada bir şeyleri kaybetmişim meğer. Hevesimi, arzumu, büyük şeyler başarma potansiyelimi… Açıkçası tam olarak ne olduğunu ben de bilmiyorum. Neticede bu sefer işler benim istediğim gibi, benim beklediğim gibi gitmedi. Direksiyonun hâkimiyetini başkasına devretmiştim sanki. Bir süre başka laboratuvarlarda çalıştım. Adlarını bile anmaya değmeyecek kadar önemsiz yerlerdi. Bunlardan birinde çalışırken Skyler’la tanıştım. Bu dönemin tek kayda değer gelişmesi de bu oldu. Gretchen’dan sonra ilk defa birine duygusal yakınlık duyuyordum. Skyler belki Gretchen kadar sofistike biri değildi. Benim gibi üstün bir aklın kıymetini tam olarak anlayamazdı ama bana koşulsuz bir teslimiyetle bağlı olduğunu hissediyordum. Ya da öyle tahmin ediyordum…

Skyler’la evlendikten sonra Albuquerque’deki bir laboratuvardan iyi bir teklif aldım. Biz de buraya taşındık. Evimiz, doğmak üzere olan çocuğumuz, beklentilerimi karşılamasa da gelecek vadeden işim… Hayat yeniden rayına oturuyor gibiydi…


resim

Zaman akıp geçti. İlk çocuğumuz Walt Jr, lise çağına geldi. Bense yerimde saymak şöyle dursun, daha da geriye gittim. Bir zamanlar geleceği şekillendirecek potansiyele sahip parlak bir kimyacıyken, şimdi vasat bir lisede kimya öğretmenliği yapıyordum. Engin birikimimin zerresini hak etmeyen yeniyetmelere kimya dersi veriyordum. Bu yeterince aşağılayıcı değilmiş gibi, bir de bir araba yıkama istasyonunda yarı zamanlı vasıfsız bir eleman olarak çalışıyordum. Bunlardan daha da aşağılayıcı olan ise her şeyi kanıksamış olmamdı. Ne kadar zavallıca… Ne kadar rezilce… Walter White… Aciz sefil… Yazıklar olsun sana… Ama bu böyle gitmeyecekti. Tıpkı kimya gibi hayat da daima değişim içindedir ve bu değişim, yüzünü göstermek üzereydi.

resim

resimYazar: Ömer Erimli
resimKaynak: birdizihaber.com

İletiTarih: 15 Kasım 2013 21:06
En son Quaresmania tarafından 07 Aralık 2013 01:15 tarihinde değiştirildi.
 Kullanıcı bilgilerini göster Bu kullanıcının gönderdiğini mesajları gösterme Alıntıyla Cevap Gönder Başa dön   
Quaresmania
You talkin' to me?
EditörHaber Editörü


Kayıt: 26.01.2012
İletiler: 18370
Şehir: Kocaeli
Yaş: 30 Akrep


facebook twitter Özel mesaj gönder
Quaresmania
You talkin' to me?
EditörHaber Editörü
2. Kısım

Doktorun sesi sanki başka bir boyuttan geliyordu. Söylediklerini kafam bir fanusun içindeymiş gibi bölük pörçük ve derinden işitiyordum. Akciğer kanseri… Üçüncü aşama… Ameliyat imkânsız… Yapılabilecek fazla bir şey yok… Kemoterapiyle en fazla iki senelik ömrüm kalmış… Böyle bir haber alınca insan ister istemez boşluğa düşüyor, zaman kayması yaşıyor, geçmişe dönüp bakıyor. Başarısız oldukça isteğimi kaybetmeyi, isteğimi kaybettikçe durumumu kabullenmeyi, durumumu kabullendikçe bu hayatı kanıksamayı nasıl içime sindirmiştim? O an yok olup gitsem ardımda borcu duran evim, geleceği muğlak oğlum ve doğmamış bebeğim ile tüm bunları sırtına yükleyeceğim karım kalacaktı. Benim gibi birine reva görülen son bu muydu?

İnsan hayatındaki böyle kırılma anları daima dramatik değişimlere neden olmuştur. Daha bir gün önce 50. doğum günümü kutlamışken, şimdi ölümle yüzleşiyordum. Hayatımın elli yılını zekâma, yeteneklerime, vizyonuma ihanet ederek geçirmiştim. Ancak öleceğini öğrenince bunun farkına varmak gerçekten çok zavallıca… Fakat “son” gerçekten bu mu olmalıydı? Ailemin geleceğini bile garanti altına alamadan bir hiç olarak mı bu dünyayı terk etmeliydim? Dahası, tamı tamına yarım asırlık hayatımı zaten buruşturup atmışken, elle tutulur hiçbir şeyim olmadan, daha fazlasını hak ettiğimi bildiğim hâlde bu sefaletle mi göçüp gitmeliydim? 50 yaşındaydım ve en yakınlarımın bile saygısını yitirmiş biriydim. Artık bana inancı kalmamış bir karım ve eniştesini benden daha fazla sevip sayan, eniştesini benden daha fazla baba yerine koyan bir oğlum vardı. Ben öldükten sonra bu insanların hatıralarındaki Walter White böyle biri mi olmalıydı? Hayır! Ailemi kimseye muhtaç etmeyecektim. Onların geleceğini garanti altına alacaktım. Onların saygısını tekrar kazanacaktım. Bu dünyadan hakkım olanı alacaktım. Yenilgiyi kabullenmiş vasat biri olarak değil; başarmış, başı dik biri olarak gidecektim. Ömrümün kalan sayılı günlerini her ne pahasına olursa olsun, bu uğurda harcayacaktım.


resim

Plân basitti. En kısa yoldan, en hızlı şekilde, en fazla parayı kazanacaktım. Sağ olsun, DEA ajanı olan bacanağım Hank bana bu konuda çok iyi bir fikir vermişti. Doğum günü partimde bize izlettiği meth laboratuvarı baskını haberinden sonra gireceğim yol çoktan belli olmuştu. Küçücük akıllarıyla yüz binler kazanan meth üreticileri benim gibi bir kimya dehasıyla karşılaştırılamazdı bile. Hank’in bir sonraki baskına davetini kabul ettim. Meth üretilirken kullanılan aletleri ve malzemeleri görmek için bundan daha iyi bir fırsat olamazdı. Ben arabada beklerken Hank, ekiple birlikte baskını başlattı. O anda yan taraftan sıvışan kişiyi görünce artık yapmam gereken işin bu olduğuna dair hiçbir şüphem kalmamıştı. Bir zamanlar öğrencim olan Jesse Pinkman, DEA’in hedefindeki bir meth satıcısıydı. Jesse’yi ele vermek yerine kaçmasına göz yumdum. Bu çocuğu da plânlarıma dâhil edecektim.

resim

Aynı günün akşamı Jesse’nin evine gittim. Benimle ortak olmasını istediğimi söyledim. O, sokakları ve piyasayı benden daha iyi biliyordu; bense kimyayı ondan çok çok daha iyi… Diğer alternatif kendisini ihbar etmem olunca Jesse, teklifimi kabul etti. Jesse yine aynı Jesse’ydi. Hâlâ büyümemişti. Hâlâ kendinden emin değildi. Fevriliğini de kontrol altına almışa benzemiyordu. Böyle birini idare etmek bir yandan kolay, bir yandan zordu aslında. Fakat başka şansım yoktu.

Okuldan gerekli malzemeleri ben temin ettim. Sürekli hareket hâlinde olacağımızdan, fark edilme ve tespit edilme riskini en aza indireceği için bir karavan satın aldık. Daha doğrusu parayı ben verdim, Jesse satın aldı. Böylece mobil laboratuvarımızı kurduk. Sonra da çöle doğru yol aldık.

İlk partiyi bitirdiğimde Jesse’nin gördüğü en saf kristal meth karşısında nutkunun tutuluşu hâlâ gözlerimin önündedir. Bense uzun yıllar sonra ilk defa kendimi hayatta hissediyordum. Uzun yıllar sonra ilk defa heyecanlanıyordum. Ölmek üzere olan birinden beklenmeyecek kadar hayat ve enerji doluydum. Walter White’ın buzları çözülmüş ve tekrar yaşamaya başlamıştı.

Bu tatlı heyecanın yerini korku ve endişe serisine bırakması uzun sürmedi maalesef. Suç dünyasında, güven denen olgunun pamuk ipliğine bağlı olduğunu çok acımasız bir tecrübeyle öğrenecektim. Bir de suç dünyasında sağ kalmak istiyorsan zekâdan başka şeylere de ihtiyacın olduğunu…


resim

resimYazar: Ömer Erimli
resimKaynak: birdizihaber.com

İletiTarih: 15 Kasım 2013 21:45
En son Quaresmania tarafından 07 Aralık 2013 01:16 tarihinde değiştirildi.
 Kullanıcı bilgilerini göster Bu kullanıcının gönderdiğini mesajları gösterme Alıntıyla Cevap Gönder Başa dön   
BudTerence



Kayıt: 15.02.2011
İletiler: 60

Yaş: 33 Balık


Özel mesaj gönder
BudTerence
Tüh.Ne güzel okuyordum birden bitiverdi.Hiç yazmasaymış iyiymiş Gülücük
Yazıyı okuyunca diziyi baştan izleyesim geldi.
Yazı için teşekkürler.

İletiTarih: 15 Kasım 2013 22:39
 Kullanıcı bilgilerini göster Bu kullanıcının gönderdiğini mesajları gösterme Alıntıyla Cevap Gönder Başa dön   
Mawashi
Bruce Lee Sineması
Yorumbaz


Kayıt: 20.07.2012
İletiler: 2538

Yaş: 27 Aslan


Özel mesaj gönder
Mawashi
Bruce Lee Sineması
Yorumbaz
Tek kelimeyle harika Exclamation

Paylaşım için teşekkürler Quaresmania slcn

İletiTarih: 15 Kasım 2013 23:17
 Kullanıcı bilgilerini göster Bu kullanıcının gönderdiğini mesajları gösterme Alıntıyla Cevap Gönder Başa dön   
ons



Kayıt: 17.04.2012
İletiler: 214
Şehir: Ankara
Yaş: 44 Balık


Özel mesaj gönder
ons
Baştan 2. resmi görünce, Walter'ın Grey Matter'dan neden ayrıldığını yazıyor sanıp heyecanlanmıştım yow yow .
Güzeldi gene de, teşekkürler.

İletiTarih: 16 Kasım 2013 01:29
 Kullanıcı bilgilerini göster Bu kullanıcının gönderdiğini mesajları gösterme Alıntıyla Cevap Gönder Başa dön   
Quaresmania
You talkin' to me?
EditörHaber Editörü


Kayıt: 26.01.2012
İletiler: 18370
Şehir: Kocaeli
Yaş: 30 Akrep


facebook twitter Özel mesaj gönder
Quaresmania
You talkin' to me?
EditörHaber Editörü
3. Kısım

Bir insanın kendi elleriyle başka bir insanı öldürmesinin hem fiziksel hem zihinsel olarak çok zor bir eylem olduğunu düşünürdüm. Sanırım hayatında cinayet işlememiş hemen herkes de böyle düşünür. Bir insanı, öldürmekten alıkoyan yegâne şey de ahlâki çatışmalardan ziyade, kendini bütünüyle bu işe adamaktaki zorluktur. Birini öldürecek cesaret ve kararlılık seviyesine ulaşmak, kendini bedenen ve zihnen buna şartlamak hakikaten ciddi bir mesele… İnsanların her gün patronlarını, iş arkadaşlarını, eşlerini, müşterilerini vs. öldürüp hiçbir canlı türünde görülemeyecek bir katliam zinciri oluşturmasını önleyen şey de işte bu… Toplumsal kabul gören eylemlerin çoğunu kafamızda tasarladıktan hemen sonra gerçekleştirebiliriz. Gelgelelim, iş öldürme gibi radikal bir fiile gelince tasarı ile eylem arasında bir bariyer beliriyor. Bu bariyer, seni sınırın gerisinde tutmak için elinden geleni yapıyor. O çizgiyi geçmemen için zihnini sana karşı kullanıyor, mazeretler üretiyor. Bu mazeretlerin çoğu da etikten besleniyor ve nihayetinde kendini bu bariyerin ahlâkî bir set olduğuna inanırken buluveriyorsun. Beri yandan, mesele ölüm-kalım savaşı olunca o bariyer bir anda yok oluveriyor. Bu da bu engelin, toplumsal ahlâkın yarattığı bir fantezi öğesinden başka bir şey olmadığının kanıtı…

resim

Toplumun bir parçası olan benim de bu sonuca ulaşmam o kadar kolay olmadı. Dünya üzerindeki en tehlikeli iş kollarından birinde çalışırken her şeyin güllük gülistanlık olacağını düşünmem, ellerimi pisliğe bularken, bedenimin geri kalanının bundan muaf kalacağını sanmam, -her ne kadar itiraf etmek zor olsa da- o zamanki tecrübesizliğimin bana yüklediği naiflikten kaynaklanıyordu. Bu işte vicdana yer yoktu. Bu işte tereddüde yer yoktu. Bu işte acımaya kesinlikle yer yoktu.

resim

Jesse, yaptığımız meth’i Krazy-8 adında orta kademe bir dağıtıcıya götürdüğünde, Krazy-8’in kuzeni olan eski ortağının kendisi hakkında çoktan gammaz hükmünü verdiğinden habersizdi. Yakalanmasından sorumlu tuttuğu Jesse’nin artık hiçbir kurtuluşu yoktu. Krazy-8 karşıma çıktığında, kuzeni benim de DEA’in bir parçası olduğuma karar vermişti. Jesse de ben de henüz yolunda başında sonla karşılaşmıştık. Şimdi düşünüyorum da o zaman, o korku ve dehşet dalgasının ortasında zekâmı kullanıp bu iki zalim uyuşturucu satıcısını alt etmem büyük bir işmiş. Kıymetli sevgilim kimya, yine imdadıma yetişmişti işte. Basit bir işlemle ikilinin zehirli gaz solumalarını sağlamış ve ikisini de karavanda etkisiz hâle getirmiştim. Krazy-8 kendinden geçmiş, kuzeni ise ölmüştü. Tüm yaşanan o stres dolu anların damarlarıma taze kan pompalamadığını, hadisenin dehşeti bir yana müthiş bir heyecan duymadığımı söylersem yalan söylemiş olurum. Ancak bu heyecan uzun sürmedi tabii. Krazy-8 hâlâ hayattaydı ve bu bir sorundu.

resim

Jesse’yle Krazy-8’i de öldürmemiz gerektiğine karar verdiğimiz anda bir gerçekle yüz yüze gelmiştik. Birini soğukkanlılıkla öldürecektik. Daha düne kadar basit bir hayat sürmüş bir kimya öğretmeniyle duygusal gelgitleri koca bir dağı oyacak güçte olan bir genç, bir insanı öldürecekti. Bizim yerimizde kim olsa bu işten kaçınırdı. Kararı yazı-tura verdi ve iş bana kaldı.
Kuzenin ölümünü bir şekilde gerekçelendirebiliyordum. Orada bir ölüm-kalım savaşı vardı. Fakat şimdi birini göz göre göre öldürecektim. Düşüncesi bile beni dehşete düşürüyordu. Bu adamı öldürmeden de bu işten sıyrılmanın mümkün olabileceğine kendimi inandırmaya çalışıyordum. Başka bir yol arıyordum. Bu arayış beni Krazy-8’le samimiyet kurmaya kadar götürdü. Sandviç götürürken önünde yığılıp kaldığım, kendisi hakkında hiçbir şey bilmediğim bu adama içimi dökerken buldum kendimi. Belki bilinçli belki bilinçsiz bir şekilde karşımdaki insana bir kişilik kazandırmaya çalışıyordum herhâlde. Neyse ki iş işten geçmeden bunun ne kadar gereksiz ve saçma bir şey olduğunu anladım.


resim

Krazy-8’le yaptığımız kısa sayılabilecek ama derin sohbetten sonra yeni bir sandviç hazırlamak için yukarı çıktığımda, kafam bir anda bütün gürültüsüyle tekrar çalışmaya başladı. Bu adam benim esirimdi. Neden benimle böylesine samimi bir ilişki kurmaya çalışıyordu? Neden en yakınlarından bile sakladığı duygularını benimle paylaşıyordu? Bu iş kolunda duygusallığa yer yoktu ki. Öyleyse neden bu zayıflığını bana gösteriyordu? Onu serbest bıraktıktan sonra ne olacaktı? Çok iyi birer dost olup, hafta sonlarında birbirimizin evine akşam yemeğine mi gidecektik? Bu düşünce serisinin akabinde kırılan sandviç tabağının parçalarını birleştirmeye koyuldum. Endişelerimin yersiz olmadığı da anlaşıldı. Bir parça eksikti. Demek ki benimle yakınlık kurarken, beni manipüle edip güvenimi kazanmaktan başka bir amacı yoktu. Suç dünyasında güven, illüzyondan başka bir şey değildir. Kimse kimseye tam anlamıyla güvenemez, güvenmemelidir. İşte çok kısa bir zaman zarfında bunun örneğini birkaç defa yaşamıştım. Artık kaçarı yoktu. Krazy-8, ölecekti.

resim

Ve işte zihnimdeki o sahte ahlâki bariyer kırılmıştı. Krazy-8 son nefesini verirken, hissettiğim acıyı, yaşadığım hüznü kelimelerle tarif edemem. Ama o bariyeri kırabilmem için bu süreçten geçmem gerekiyordu.
İlk cinayetimi işledikten sonra böyle bir durumla ileride de karşılaşacağım gerçeğiyle yüzleşmem bana geri adım attırdı. Bu yola girerken gerekli kararlılığa sahip olduğuma, her şeyi göze aldığıma inanıyordum ama yaşadıklarımdan sonra gelecekte mutlaka tekrar ölümle burun buruna geleceğimi, tekrar birini öldürmek zorunda kalacağımı anlamıştım. Böyle bir durumla tekrar baş edebileceğimi sanmıyordum. Aslında bir kez daha kendimi kandırıyordum. O ürkek, çekingen Walter White, kafamın içinde debeleniyordu ama bunlar onun son çırpınışlarıydı.


resimYazar: Ömer Erimli
resimKaynak: birdizihaber.com

İletiTarih: 21 Kasım 2013 19:50
En son Quaresmania tarafından 07 Aralık 2013 01:18 tarihinde değiştirildi.
 Kullanıcı bilgilerini göster Bu kullanıcının gönderdiğini mesajları gösterme Alıntıyla Cevap Gönder Başa dön   
Quaresmania
You talkin' to me?
EditörHaber Editörü


Kayıt: 26.01.2012
İletiler: 18370
Şehir: Kocaeli
Yaş: 30 Akrep


facebook twitter Özel mesaj gönder
Quaresmania
You talkin' to me?
EditörHaber Editörü
4. Kısım

Krazy-8 hadisesinin akabinde Jesse’yle kısa süren ortaklığımızı bitirdikten sonra üzerime bir boş vermişlik çöktü. Daha doğrusu yıllar yılı içimde birikmiş basiretsizlik yığını arzularıma galip geldi. Bir şekilde kendimi bu işlerin adamı olmadığıma inandırdım. Hatta daha da ileri gidip hiçbir işin adamı olmadığımı/olamadığımı kendime kabul ettirdim. Skyler’a da kanser olduğumu söyledikten sonra artık beni bekleyen sona hazırdım. Küçük ailem, Skyler, Walt Jr., Hank ve Marie elbette benim için üzülüyorlardı. Bense kendi ihtiraslarımı bir kenara bırakmıştım. Artık tamamen ailemin ben öldükten sonraki akıbetini düşünüyordum. Elime geçen birkaç kuruşla hangi derde derman olabilirdim ki? Beni asıl karamsarlığa iten buydu. Ailemin kimseye muhtaç olmaması için gerekli parayı kazanmak için çıktığım bu yolda daha ilk engele takılıp tepetaklak olmuştum. Bütün şevkim kırılmıştı. İçimde kalan birazcık savaşma gücünü de tükettiğimi düşünüyordum.

resim

Artık kanserimi de açıkladıktan sonra sessizce yaşadığım bu dünyadan yine çıt çıkarmadan ayrılmayı beklerken karım ve oğlumun benim için bu kadar inat edeceğini hiç akıl etmemiştim. Açıkçası onların da benim gibi kaçınılmaz sonun yolunu gözleyeceğini sanıyordum. Benim gibi varlığıyla yokluğu bir olan biri için bu kadar inat bana anlamsız geliyordu. Skyler belki yalnızlıktan korkuyordu. Walt Jr. ise babasının hayatında bir kez olsun bir sorun karşısında dik durmasını istiyordu herhâlde. Skyler’ın beni sürükleyerek götürdüğü doktorun bir umut kapısı aralaması onlar için yeterli olmuştu. Skyler, iyileşme şansım ne kadar düşük olursa olsun mücadeleyi sürdürmemi istiyordu. Bütün bunlar bana gereksiz bir azim, beyhude çırpınışlardan başka bir anlam ifade etmiyordu. O birkaç gün içinde ölseydim, inanın hiç umurumda olmazdı. İşin maddi yönü bir tarafa, hayatını bir ezik olarak geçirmiş biri olarak o uzun tedavi sürecine girip sevenlerimin gözünde daha beter küçülmek, onların hatıralarında en zayıf ve savunmasız hâlimle yer etmek ihtimâli beni yiyip bitiriyordu. Bütün bunların üstüne bir de tedavi masrafı vardı tabii. Olan üç kuruşunu da tedavisine harcayıp beş parasız kalarak yaşamaktansa o parayı aileme bırakıp gitmeyi yeğliyordum. Neyse ki çizdiğim bu karamsar tabloyla barışıklığım uzun sürmedi.

resim

Eski dostum ve ortağım Elliott Schwartz’un doğum günüydü. Ben ve Skyler, Elliott’ın doğum gününü kutlamak üzere verdiği partiye gitmiştik. Elliott artık mühim bir işadamıydı. Attığı her adım onu yukarı taşıyordu. Birlikte hayalini kurduğumuz günleri yaşıyordu. Üstelik eski aşkım Gretchen’la evlenmişti. Bir zamanlar benim rüyasını gördüğüm şeyi o gerçeğe dönüştürmüştü. Benim temelini attığım binada o hüküm sürüyordu. Elliott’ın evine, yaşadığı hayata, edindiği çevreye bakınca ne kadar derine battığımı daha net görebiliyordum. Hâlbuki Gray Matter’ı bırakıp giderken kendimden ne kadar da emindim. Onları ardımda bıraktığımı, kendi yolumda ilerlediğimi düşünürken aslında geride kalan bendim. Geride kalmak şöyle dursun, geriye gitmiştim. Elliott ve Gretchen yükseldikçe ben dibe batmıştım. O güzel günlerimden geriye vasat bir evin duvarına çakılmış bir plaketten başka bir şey kalmamıştı. Bir zamanların gelecek vaat eden dahi kimyacısının yerinde yeller esiyordu. Elliott, benim hayatımı yaşıyordu. Bense bir gölge olarak kaybolup kaybolmamak arasında gidip geliyordum. Bütün bunların üstüne bir de Elliott’ın merhametine mazhar olmak(!) beni tamamen çıldırttı. Benim sevgili ahmak karıcığım Skyler, tedavi masraflarımın nasıl karşılanacağı üzerine kendince kafa yormuş ve çareyi Elliott’a el açmakta bulmuş! Elliott da tutmuş bana iş teklif ediyor. Evet, benim kurduğum şirkette bana iş teklif ediyor. Parası iyi, sigortası iyi diye de övüyor. Elliott Efendiye bak sen! Acıdığı için beslediği bir sokak köpeği muamelesi yapıyordu resmen. Benim kurduğum firmayla, benim çalışmaların sayesinde köşeyi dönen bu adam bana acıma cüretini gösteriyordu. Bu kadar insan, hakkında güzel sözler söyleyip pohpohlarken, bu herifin o y….k suratındaki sahte tevazuyu bir tek ben mi görüyordum acaba? İnanın, Skyler o an silah çekip beni vursaydı, bu kadar acıtmazdı. Bu herife el açıp beni, yanımda pul kadar kıymeti olmayan Elliott karşısında dilenci durumuna düşürmesi inanılır gibi değildi. Elliott’tan sadaka almak… Aman Tanrım… Hayır! Bu kadar da düşmemiştim ben. Artık daha fazla irtifa kaybetmeyi reddediyordum.

resim

Tabii Skyler yine de pes etmedi. Beni bir şekilde tedavi görmeye ikna etmeyi kafasına koymuştu. Bu sefer de yanına Walt Jr.’ı, Hank’i ve Marie’yi alıp, biraz kendini acındırma, biraz beylik lâf, biraz azarla beni kararımdan döndürmeye çalıştı. Dürüst olmak gerekirse o konuşmaların bende hiçbir etkisi olmadı. İçimde bir yerde kararımı vermiştim ama bu kararın benim kararım olmasını istediğim için ayak direttim. Fakat ertesi sabah uyanıp, yatağımda Skyler’ın kokusunu duyunca bir şeyler değişti sanki. Evet, onların geleceğini kurtarmaya çabalıyordum. Kendimden geçmiştim ve ben öldükten rahat yaşamalarını sağlamak istiyordum. Peki, neden ben de onlarla yaşamayaydım? Bu benim de hakkım değil miydi? Elliott, benim geleceğimin üstüne konup, hiç utanmadan gününü gün ederken ben neden ölümü kabulleniyordum ki? Bu hayatın bana borcu vardı ve tahsilât vakti gelmişti.
Meth işine geri döndüm ve bu defa sonuna kadar gitmeye kararlıydım. Jesse’yle tekrar bir araya geldikten sonra daha organize olmaya karar verdik. Artık imalattan ben, pazarlamadan Jesse sorumlu olacaktı. Herkes görevini bilecek ve ona göre hareket edecekti. Yeni partiyi piyasaya sürdükten sonra artık ivmelenmeyi plânlıyordum. Ancak evdeki hesap yine çarşıya uymadı. İlk partiden benim payıma devede kulak bir miktar kaldı. Böyle giderse hedefimdeki rakama ulaşmam çok uzun sürecekti. Jesse ise perakende satarak ancak bu kadar kazanabileceğimizi söylüyordu. Öyleyse çözüm basitti. Ürünü kullanıcıya değil, dağıtıcıya toptan satacaktık. Önceki toptancı Krazy-8 öldükten sonra bu biraz zor olacaktı tabii.
Jesse’nin dediğine göre, Krazy-8’in yerini Tuco Salamanca adlı bir başka dağıtıcı almıştı. Öyleyse bu Tuco denen adamla görüşmeliydik. Ancak Jesse’nin tereddütleri vardı. Tuco’nun kötü namından haberdar olan Jesse bu adamın karşısına damdan düşer gibi çıkmak istemiyordu. Benimse bekleyecek zamanım, kaybedecek dakikam bile yoktu. Bir an evvel bu işi rayına oturtup parayı oluk gibi akıtmalıydım. Bu nedenle Jesse’yi Tuco’yla görüşmesi için zorladım. Bir müddet sonra Jesse beni arayıp bir arkadaşı vasıtasıyla Tuco’yla bir görüşme ayarladığını ve ürünü satmak üzere onun mekânına gittiğini söyledi. Bu güzel haberdi işte…


resim

Gelgelelim, bu haber, haber olmakla kaldı. Görüşmenin neticesini öğrenmek için Jesse’yi aradığımda, onun hastanede olduğunu öğrendim. Arkadaşının anlattığına göre Tuco, Jesse’yi hastanelik edene kadar dövmüş, ürünü de gasp etmişti. Bu noktada bir hafta önceki Walter olsa, muhtemelen kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp evine döner, bir daha da meth’in m’sini aklının ucuna dahi getirmezdi. Ama o Walter artık yoktu. O Walter’la vedalaşmıştık biz. Jesse’nin Skinny Pete adlı arkadaşından Tuco denen adam hakkında bilmem gerekenleri öğrendikten sonra Jesse’nin yanından ayrıldım.
Bu sefer kimse önüme çıkamayacaktı. Benim olanı, hakkım olanı alacaktım. Bu dünyada zaaf da kudret de her canlıda bulunan niteliklerdi. 50 yıl boyunca zaaflarının esaretinde sünepe biri olarak yaşadıktan sonra artık güçlü olan tarafımı açığa çıkarmalıydım. Artık ezilmek fiilini lügatimden silmiştim. Daima ezen, her koşulda ayakta kalan olacaktım. Bundan böyle geri adım atmak seçenekler arasında değildi. Ne olursa olsun ilerleyecektim. Ne olursa olsun yükselecektim. Önce zaten kemoterapi yüzünden dökülen saçlarımı kazıdım. Hiçbir zayıflık emaresi gösteremezdim. Tuco denen adamla onun anladığı dilde konuşacaktım. Sırf kaba kuvvete sırtını yaslayan bir yarım akıllının benim yoluma taş koymasına izin vermeyecektim.
Tuco’nun karşısına çıktığımda oldukça kararlıydım. Ne yaptığımı biliyordum. Ne olacağını biliyordum. Tuco’dan istediğimi alacaktım. Tuco da suç âlemi de beni tanıyacaktı. Adımı herkes öğrenecekti: Heisenberg…


resim

resimYazar: Ömer Erimli
resimKaynak: birdizihaber.com

İletiTarih: 07 Aralık 2013 01:10
 Kullanıcı bilgilerini göster Bu kullanıcının gönderdiğini mesajları gösterme Alıntıyla Cevap Gönder Başa dön   
Quaresmania
You talkin' to me?
EditörHaber Editörü


Kayıt: 26.01.2012
İletiler: 18370
Şehir: Kocaeli
Yaş: 30 Akrep


facebook twitter Özel mesaj gönder
Quaresmania
You talkin' to me?
EditörHaber Editörü
5. Kısım

Çölün ortasına çektiğimiz karavanda iki günlük aralıksız çalışmadan sonra yaklaşık 20 kiloluk meth üretmiştik. Jesse’yle birlikte adam başı 670.000 dolarlık meth’e bakıyorduk. İkimiz için de inanılmaz bir rakamdı bu. Ortalama bir insanın hayatı boyunca güç belâ kazanabileceği bir parayı biz 2 günlük çalışmanın karşılığı olarak alacaktık. Kendimle gurur duyuyordum. Nihayet Walter White olmanın hakkını vermiştim. Hâlbuki o güne kadar işlerim hiç de istediğim gibi gitmemişti. Plânladığım hedefin hep çok uzağına düşüp duruyordum. Önce Tuco’yla işler çığırından çıkmıştı. Adam hep psikopat hem de müptelâydı. Bu iki özelliği aynı potada eriten biriyle aynı gemiye binmek ahmaklıktan başka bir şey olamazdı. Jesse de ben de bunun farkındaydık. Zaten bu kaygılanmanın Tuco’nun iyice paranoyaklaşıp zıvanadan çıkmasıyla boşa olmadığını görmemiz uzun sürmedi.
Tuco’yu ortadan kaldırmalıydık. Fakat ne Jesse ne de ben, sudan sebeplerle en güvendiği adamını acımasızca katledecek denli tehlikeli birini yüz yüze öldürecek kalibrede insanlardık. Her şeyden önce Tuco gibi birinin karşısına çıkıp onu öldürecek cesaretimiz yoktu. Bu nedenle dolaylı ama daha etkili bir yol denemeye karar verdim. İflah olmaz bir müptelâ olan Tuco’yu zehirlemek çok daha mantıklı bir seçenekti. Bunun için hazırladığım risini Tuco’ya vereceğimiz meth’e tatbik etmek yeterli olacaktı. Gelgelelim, Tuco elini daha çabuk tutmuştu. Artık sağlıklı düşünme yetisini kaybetmiş bu adam, beni ve Jesse’yi kaçırmıştı. Peşinde olan DEA’den kaçıp Meksika’ya dönmeyi plânlıyordu ama işlerinin orada aksamaması için beni ve Jesse’yi yanında götürecekti. Sağ kolunun kendisini sattığından emindi. Her şeyin sebebinin kendi dikkatsizliği ve düşüncesizliği olduğundan zerre şüphelenmiyordu.
Meksika’ya geçmeden önce son durak olarak amcasının evinde mola vermiştik. Oksijen tüpüne bağlı, tekerlekli sandalyede yaşayan bu felçli adamın acınası hâline rağmen oldukça ürkütücü bir havası vardı. Fakat o an için bunun üzerinde fazla durmadım. Amacımız her ne olursa olsun, o evde Tuco’yu öldürmekti. Çünkü başka şansımız olmayacaktı. Meth’i oracıkta Tuco’ya vermeyi denedik ama başarısız olduk. Yemeğine karıştırdık. Bu sefer de o sandalyeye bağlı yaşayan felçli adam bir şekilde yeğenini uyarmayı başardı. Artık her şeyi anlayan Tuco, sonumuzu yazmıştı. Daha önce böyle birini öldürecek cesaretimiz olmadığını söylemiştim, değil mi? Ölümle burun buruna gelen insanların nelere kâdir olabileceği ihtimâlini göz ardı etmişim. İnsan ne kadar zayıf tabiatlı olursa olsun, iş ölüme gelince kâinatın en inatçı varlığına dönüşüyor. Başka hiçbir yaratıkta görülmeyen bir kararlılıkla hayatta kalmaya çalışıyor. İşte biz de Tuco karşısında bu hâldeydik. Bir yandan son nefeslerimizi vermenin korkusu içindeydik; bir yandan da yaşamaya devam etmek istiyorduk. Normalde bu korkutucu adam karşısında şansı olmayan iki zayıf insan bir şekilde Tuco’ya galip gelmiştik işte. Kısa süreli bir boğuşmadan sonra Jesse Tuco’yu vurmuştu. Psikopat katili yaralı olarak orada bırakıp geldiğimiz gibi Jesse’nin arabasıyla oradan ayrılacaktık ki bir başka arabanın geldiğini gördük. Gelen, bacanağım Hank’ten başkası değildi. Aslında Jesse’nin arabasının, dolayısıyla Jesse’nin peşinde olan Hank, karşısında Tuco’yu görünce doğal olarak çok şaşırdı ama kendini çabuk toparlayıp Jesse’nin başladığı işi bitirdi.


resim

Tuco belâsından sonsuza dek kurtulduktan sonra artık her şeyin yoluna gireceğini düşünüyordum ama bir kez daha yanılıyordum. Suç dünyasında hiçbir şey sorunsuz işlemiyor. Mutlaka bir yerden bir şey patlak veriyor. Siz ne kadar önünü almaya çalışsanız da insan faktörünün –hele ki çoğunluğunu zekâ düzeyi düşük, müptelâların oluşturduğu kimselerle dolu bu dünyadaki insanların- olduğu yerde “sorunsuz” kavramının güzel bir rüyadan başka bir şey olmadığını anlamanız uzun sürmüyor. Yaptığımız meth’i tekrar Tuco gibi dengesiz bir dağıtıcının eline vermektense kendimiz bu rolü üstlenmeye karar verdikten sonra bir müddet işler “sorunsuz” gitmişti. Fakat iki tane keş ortaya çıkıp satıcılarımızdan birini soymuşlardı. Ayakta bile zor duran tiplerin çıkıp da bizim malımızı çalması piyasadaki itibarımıza vurulan büyük bir darbeydi. Her şeyden önce Heisenberg adının aşağı çekilmesi demekti. Bunun olmasına elbette izin veremezdik. Hele ki yaşadığımız onca şeyden sonra… Jesse’ye bu durumu düzeltmesini bu yüzden söyledim. Sonuçta bizim yerimizde Tuco olsaydı, o hırsızların akıbeti belliydi. Bizim de o kalibrede olduğumuzu kanıtlamamız gerekiyordu. Jesse, kendisinden beklendiği gibi işi yüzüne gözüne bulaştırmıştı. Ancak mucizevi bir şekilde sokaklara verilmesi gereken mesajı soygunculardan kadın olanı adamı öldürerek vermişti. Sokaklar, Jesse’nin acımasız bir şekilde malını çalanları cezalandırdığıyla yankılanırken, Jesse şahit olduğu kanlı ölümün şokuyla boğuşuyordu hâlbuki. Ah Jesse ah! Hayattan bir şeyler istediği muhakkaktı. Fakat bunun için seçtiği yol, içiyle mütemadiyen çatışma içerisindeydi. Kolay manipüle edilen biriydi. Ne yaşarsa yaşasın bir türlü olgunlaşamıyordu. Adeta olgunlaşmaya direniyordu. Ne yaparsa yapsın, yaptığı eylem ne kadar kötü olursa olsun içindeki o saflık kaybolmuyordu. Yüreğinin derinliklerinde bir yer yozlaşmadan etkilenmeden duruyordu. Jesse’yi amacıma giden yolda bir araç olarak gördüğümü söylemeliyim. Yine de onunla vakit geçirdikçe içindeki iyiliğe saygı duyduğumu gizlemiyorum. Her ne kadar zaman zaman o iyiliği kendi çıkarlarım için kullanmış olsam da…
Jesse’yi içine girdiği duygusal keşmekeşten çıkarmak zor olmadı. Bunun için balon balığı metaforunu kullanmak yeterli oldu. Sokaklar Jesse’nin cezasıyla(!) çalkalanıyordu. Borcu olanlar paraları sorun çıkarmadan ödüyor, kimse bize güçlük çıkarmıyordu.


resim

Beri yandan aile hayatım giderek bozuluyordu. Tuco olayını örtbas etmek için uydurduğum kendini kaybetme oyunu geri tepmişti. Skyler’a yalanlarımdan gına gelmişti. Bir yalanı diğeriyle örtmekten benim de başım dönüyordu. Ailemi bu işin dışında tutmak için yaptıklarım, söylediklerim sürekli geri tepiyordu. Skyler’ın benden uzaklaştığını hissediyordum. Bana olan güveni sarsılmıştı ve ne yaparsam yapayım, doğruyu söylemedikçe o güveni geri kazanamayacaktım. Fakat doğru söylediğim anda da ailemi büsbütün kaybedeceğim bir gerçekti. Bütün bunların üstüne bir de Gretchen’la yüzleşmiştim. Aslında bu bir bakıma iyi olmuştu. Yıllardır içimde tuttuğum kırgınlığı ve kızgınlığı biraz olsun dışa vurabilmiştim. Gretchen ailemin, tedavi masraflarını onların karşıladığını sandığını öğrenince benden hesap sormaya kalkmıştı. Yıllar sonra karşıma geçip benim çalışmalarım sayesinde kazandıkları milyonlarla bana sadaka vermeye kalkacak kadar yüzsüz olan bu insan, daha da ileri gidip beni yargılıyordu. Üstelik “Bir açıklama dahi yapmadan çekip giden sendin.” diyerek üste çıkıyordu. Mazerete bakar mısınız? Peki, ben giderken sen neden kaldın Gretchen? Madem o kadar erdemli bir insandın; neden Elliot’la kaldın? Neden onunla evlendin? Bana karşı hissettiklerini bu kadar kolay mı sildin? Elbette bunları ona söylemedim. Bu tarz meselelerle uğraşacak değildim. Fakat bana acıdığı söylediğinde kendimi tutamadım. Böyle birine söylenecek tek şey vardı: “S….r git!” Doğrusunu söylemek gerekirse biraz olsun içim ferahlamıştı.

resim

Schwartzlar’ı hayatımdan çıkardıktan sonra şahsen rahatlasam da Skyler’la sorunlar devam ediyordu. Karımın yalnız benimle değil, kendisiyle de çatıştığı aşikârdı ama bu durumu nasıl düzelteceğimi bir türlü çözemiyordum. Üstüne üstlük işte de yine problem çıkmıştı. Bu defa da satıcılarımızdan biri olan Badger –bu sokak lâkaplarını nasıl nereden buluyorlar, hiçbir zaman anlayamayacağım- tutuklanmıştı. Meselenin ucunun bana ve Jesse’ye dokunmasına izin veremezdik. Bu nedenle hadiseden kalıcı hasar almadan kurtulmanın yollarını aramaya koyulduk. Önce Badger’ı temsil eden avukat demeye bin şahit isteyen bir avukat olan Saul Goodman’la meselenin içyüzünü öğrenmek üzere görüştüm. DEA’in aslında Heisenberg’ün peşinde olduğunu öğrenince pek şaşırmamakla birlikte üzerime bir tedirginlik çökmüştü. Saul Goodman’a Badger’ı Heisenberg’ü ele vermeden kurtarmasını söylesem de oralı olmadı. Biz de Saul’u kaçırıp istediğimizi zorla yaptırmaya karar verdik. Gelgelelim, adam kaçın kurasıydı. İpleri göz açıp kapayıncaya kendi ellerine aldı ve meseleyi halledeceğine dair bize güvence verdi. İlk bakışta, yolda görseniz selâm vermeyeceğiniz, karşısındakine zerre güven telkin etmeyen bu adam gerçekten de işinin ehliydi. Elinden her iş geliyordu. Parasını ödediğiniz sürece sizin için yapamayacağı şey, açamayacağı kapı yoktu. Eğer bir suçluysanız Saul Goodman sizin için en doğru tercihti. İşte Badger sorununu tereyağından kıl çeker gibi çözmüştü. Her ne kadar gerçek kimliğimi öğrenmesi hoşuma gitmese de bu adamın benim için yararlı olacağı muhakkaktı. Hukuki meseleler bir yana, her şeyden önce kazandığımız parayı aklamak için bu işleri bilen birine ihtiyacımız vardı. Saul, bu konuda da bize yol gösterecekti. Bu adamda kelimenin tam anlamıyla hizmette sınır yoktu. Herhangi bir problemi bir şekilde çözecek herhangi birini mutlaka tanıyordu.
Para aklama işinin içyüzünü biraz öğrendikten sonra şimdiye kadar kazandığımız paranın hiç de o kadar fazla olmadığını görmüştüm. Hem bu iş kolunda sürekli ekstra masraflar çıkıyordu ve bu masraflar önemsenmeyecek miktarlar değildi. Manzarayı değerlendirince daha fazla meth üretmemiz, daha agresif olmamız gerektiğini anladım. Bir sonraki hafta test sonuçlarım gelecekti ve şahsen hiç iyimser değildim. Kanserimin gerilediğini hiç sanmıyordum. Durumumda hiçbir değişiklik yoktu. Şiddetli ve acı verici öksürükler devam ediyordu. Sonumun yaklaştığından emindim. Ben de bu doğrultuda ilerlemeye karar vermiştim. Bir an evvel hedefimdeki parayı kazanmalıydım.


resim

Jesse’yle birlikte karavanda iki günde pişirdiğimiz meth’in ederi karşısında yaşadığımız şaşkınlık, heyecan ve sevinç duygularını dizginledikten sonra içimde yüzeye çıkan en belirgin his, muzaffer bir kralın yurduna girerken yaşadığı gururla karşılaştırılabilirdi ancak. Kendimle gurur duyuyordum. Başarmıştım işte. Yapmıştım. Hem de baştan savma bir şey değildi yaptığım. Piyasadaki en mükemmel meth’in üreticisiydim. Walter White, yılların üzerine örttüğü yosun tabakasını silkelemiş, eziklik tortusunu kaldırmış, özgüvenini hapseden o yapay kabuğu kırmıştı. Walter White kim olduğunu, kim olması gerektiğini hatırlamıştı. Elbette bu güzel düşünceler geçiciydi benim için. Zira eve döndüğümde test sonuçlarımı öğrenecektim. Benim dışımda herkes ümitliydi. Sanki bir yarışmacıya büyük ödülü kazanıp kazanmadığını açıklayacak olan program sunucu gibi sonucu ağzından zorla çıkaran doktorun kanserimin %80 oranında gerilediğini söylediğinde içimde kopan duygu selini tarif edemem. Tamamen karmakarışık olmuştum. Skyler, Walt Jr, Hank ve Marie ise dünyanın en mutlu insanlarıydı.
Kanserimin gerilediğini öğrenmem beni resmen alaşağı etmişti. O güne kadar yaptıklarımı ve yaşadıklarımı eski Walter’ın mantık süzgecinden geçirince meth işini bırakmaya karar vermiştim. Bu son işim olacaktı. Hafta sonu ürettiğimiz meth’i sattıktan sonra suç dünyasına elveda diyecektim. Heisenberg, emekli olacaktı.


resim

Tabii ki elimizdeki gibi yüksek miktarda meth’i kısa sürede satmak mümkün değildi. Deneyeceğimiz yollar da sınırlıydı. Sonuçta şube açacak değildik. Satış bölgesini genişletme seçeneği de çok fena yüzümüzde patladı. Satıcılarımızdan biri, izinsiz satış yaptığı bölgenin sahipleri tarafından öldürüldü. Bunun üzerine diğer satıcılar da geri adım attılar. Bir şekilde meth’i elimizden çıkarmalıydık. Çözüm önerisi Saul’dan geldi. Ürünü toptan alacak birini tanıyordu. Saul, bizim için bir görüşme ayarladı. Los Pollos Hermanos adlı fast food lokantasına gittim. Jesse geç kalmıştı. Geldiğinde sefil bir hâldeydi. Belli ki o satıcının ölmesiyle yıkılmıştı. Zaten bu çocuk hayatımda kötü bir şey olsun da batağa saplanayım diye bekliyordu; istediğini elde etmişti. Jesse adamın gelmesini beklemeden ayrıldı. Bir süre sonra ben de ayrıldım. Adam gelmemişti. Saul’u arayıp bu konuda onu fırçalamak istediğimde adamın geldiğini ama görüşmekten vazgeçtiğini söyledi. Tekrar lokantaya gittim. Bu gizemli adam, bizim orada olduğumuzu bildiğine göre başından beri orada olan biri olmalıydı. O kişinin lokantanın müdürü olduğunu anlamıştım. Bu adamı ürünü almaya mutlaka ikna etmeliydim. Bu benim tek seçeneğimdi. Ümitsizliğe düşmeden kendisinden bir şans daha istedim. Ertesi gün okuldayken cep telefonuma gelen mesajla adamın kabul ettiğini anladım. Benden bir saat içinde malı teslim etmem istenmişti. Doğruca Jesse’nin evine koştum. Kapıyı açan yoktu. Arka taraftan eve girdim. Jesse, onu bıraktığımdan da kötü durumdaydı ama onun vakit kaybedecek durumda değildim. Teslim etmek üzere meth’i poşetlerken, Skyler’dan bebeğimizi doğurmak üzere olduğu haberini aldım. Aman Tanrım! Ne güzel bir haberdi bu! Bebeğimiz dünyaya geliyordu. O anda hastanede olmalıydım ama öncelikler bir andan ötekine değişiyordu. Ya bebeğimin doğumunu kaçıracaktım ya da meth’in teslim saatini. İkisinde de ikinci bir şansım olmayacaktı. Meth’i seçtim…


resimYazar: Ömer Erimli
resimKaynak: birdizihaber.com

İletiTarih: 19 Aralık 2013 07:25
 Kullanıcı bilgilerini göster Bu kullanıcının gönderdiğini mesajları gösterme Alıntıyla Cevap Gönder Başa dön   
Quaresmania
You talkin' to me?
EditörHaber Editörü


Kayıt: 26.01.2012
İletiler: 18370
Şehir: Kocaeli
Yaş: 30 Akrep


facebook twitter Özel mesaj gönder
Quaresmania
You talkin' to me?
EditörHaber Editörü
6. Kısım

Artık bir kız babasıydım. Kız babası olmanın yaşattığı mutluluğa pek az şey denk gelebilirmiş, bunu anladım. Bir kızım vardı artık. Onu kucağımda tutarken hissettiğim o temizlik duygusunu hiç unutamıyorum. Onu kucağımda tuttuğum müddetçe saflığı bana da sirayet ediyordu. Onunla arınıyordum. Kız babasıydım. Bir kızım olmuştu. Çok mutluydum. Bundan böyle ortadirek bir aile hayatım olmayacaktı. Hep bir tarafımız eksik kalmayacaktı. Hiçbir şeyden mahrum olmayacaktık. Kızımın geleceği güvence altındaydı. Ailem ve ben sıkıntı çekmeyecektik. Kızım kaygısız büyüyecekti. Babası ona her şeyin en iyisini, en güzelini temin edebilecekti. Bunu bilmek beni o kadar rahatlatıyordu ki…

resim

Artık Gus Fring’le çalışıyordum. Her açıdan kusursuz bir organizasyon kurmuş bu adamla çalıştığımı bilmek bana güven veriyordu. Mütemadiyen bir sorundan diğerine sürüklenmeye paydos demiştim. Elime geçen bu mühim fırsatı kaçırmamıştım. Böyle bir şeyin elimden kayıp gitmesine müsaade etmeyecektim. Jesse’nin aksine, ben bunun bilincindeydim. Ölümlerin gayet sıradan olduğu, günlük yaşamın bir parçası olduğu bir sektörde çalışıyordu ama hâlâ arkadaşının ölümü nedeniyle kendini paralıyordu. Büyük bir azimle kendini yok etmeye çalışıyordu. Jesse’nin trajediden beslenen tarafı yine ağır basmıştı işte. Hayatta bir kere karşımıza çıkacak bir fırsatı neredeyse kaçırmamıza neden olmasını affedemiyordum. Onun bu zayıflığı beni çok sinirlendiriyordu. İradesizliği ziyadesiyle asap bozucuydu. Bir de okula gelip karşıma çıkacak cüreti gösteriyordu. Kafasının iyi olduğu belliydi. Meth satışından gelen paradan kendi payını istiyordu. Onun yüzünden neredeyse tüm emeklerim boşa gidecekti ama beyefendinin umurumda değildi. Parasını istiyordu. Bu hâldeyken ona parasını verirsem, bir haftaya kalmadan öleceğini anlatmaya çalıştım. Bir müptelânın en büyük düşmanı paradır. Eğer Jesse o parayı alsaydı, hayatı bitecekti. Ne olursa olsun, buna göz yumamazdım. Ona uyuşturucudan arınmadan parasını alamayacağını söyledim. Bir müptelâdan beklenebileceği gibi köpürdü. Yalnızca kendimin değil, onun da iyiliğini düşünüyordum ama o bunu göremeyecek kadar kördü. Sağduyusunu kaybetmişti.

Jesse’yi bir süre kendi hâline bırakmaya ve ona söylediklerimin kafasına girmesi biraz zaman tanımaya karar verdim. Öncelikle şu para işini halletmeliydim. Yarım milyon dolar garajımda öylece yatıyordu. O parayı ben kazanmıştım. Hem de ne badireler atlatarak… Ama tek kuruşuna dokunamıyordum. Hâlbuki bu paranın bir an evvel işe yaraması gerekiyordu. Yakında ameliyat olacaktım ve lâzım olan parayı yerinden kımıldatamıyordum. Konuyu Saul’a açtığımda zahmetsiz çözümü söyledi. Benim saf oğlum ameliyat paramı denkleştirmek için kendince çok iyi bir fikir bulmuştu. SaveWalterWhite.com adlı bir web sitesi açıp insanlardan ameliyat olmam için bağış toplayacaktı. Rezilliğe bakar mısınız? Oğlum resmen dileniyordu. Hem de babası en ümitsiz zamanında bile kimseye el açmamışken… Bir de bunu o kadar iyi niyetle, o kadar sıradan bir şeymiş gibi anlatıyordu ki çıldırmamak işten değildi. Buna rağmen oğlumun kalbini ve şevkini kırmamak için bir şey demedim. İşte Saul, bu siteyi kullanarak paramı aklamayı önerdi. Tanıdığı bir bilgisayar korsanı vasıtasıyla paramı küçük meblağlar hâlinde bu siteye aktaracaktık. Gayet güzel ve etkili bir yoldu. Kimsenin ameliyat paramı benim kazanıp benim ödediğimi bilmeyecek olması canımı sıkmıyordu desem yalan olur. Fakat olması gereken buydu. Bu işler böyle yürüyordu.


resim

Hayatım yavaş yavaş rayına oturuyordu. Tam bir düzen oturttuğumu düşünmeye başlamışken Jesse sahneye atladı. Kendisi de Jesse gibi bir müptelâ olan ev sahibesi beni arayıp Jesse’nin parasını istedi. Bir keş tarafından tehdit ediliyordum. Bu kişi Jesse olsa bir nebze anlayabilirdim ama Jesse efendi, kendini ondan da rezil durumdaki bu kadının ellerine teslim etmiş görünüyordu. Zaten kendi hayatına yön vermekten aciz biriydi; şimdi hepten dibe çökecekti. Ayak diredim, Jesse’nin o parayı alırsa ölüme gideceğini söyledim. Fakat bu sözlerimin hiçbir etkisi olmadı. Zira keş, paranın kokusunu almıştı. Jesse, benimle ilgili her şeyi ona anlatmıştı. Bana şantaj yapıyordu. Parayı onlara vermezsem gerçek kimliğimi açıklayacaktı. Akşam olunca Jesse’nin payını alıp evine gittim. Karşımda iki tane umutsuz vaka vardı. Özellikle kadının küstahlığı mide bulandıracak derecedeydi. Jesse çok karanlık bir yerdeydi. Çok yanlış bir kılavuzun peşine takılmıştı. Duygusal travmalar, duygusal yetmezlikler nedeniyle uyuşturucuya bulaşmış Jesse’nin aksine, sevgilisinin problemi varlıkla, varoluşlaydı. İçindeki heves yapaydı. Bunu onun baktıkça bir karadeliğe düşüyormuş hissi yaratan gözlerinden anlayabiliyordunuz. Bu genç kadının hayatı muallâktaydı. Jesse’nin aksine, o kurtarılamazdı. Sadece kaçınılmaz sonu geciktirilebilirdi. Jesse için üzülüyordum. Sevgilisi onu da beraberinde götürüyordu.

resim

Aklımda bu düşüncelerle girdiğim barda karşılaştığım benzer dertlerden mustarip bir adamla sohbet ederken buldum kendimi. Onun da bağımlı bir kızı vardı ve o da kızını kurtarmak için elinden geleni yaptığı hâlde boşa çabalıyordu. Artık Jesse için pes etmişken adamın bir sözü beni kendime getirdi: “Ailenden vazgeçemezsin. Asla…”

Tekrar Jesse’nin evine döndüm. Onunla konuşacak, ne olursa olsun, gerçeği görmesini sağlayacaktım. Onu bu yoldan döndürecektim. Eve gittiğimde ikisini de kendilerinden geçmiş bir şekilde buldum. Görünüşe göre eroin kullanıyorlardı. Jesse’yi dürttüm, sarstım ama uyanmadı. Derken, sevgilisi yanında çırpınmaya, sonra da kusmaya başladı. Uyuşturucu nedeniyle baygın olduğu için uyanamıyordu. Önce yardım etmek için hamle yaptım ama sonra kendimi frenledim. Bu kadını kurtarsam ne olacaktı? Kaçınılmazı ertelemekten başka… Önce Jesse’yi etkisi altına almıştı. Sonra görünen o ki eroine alıştırmıştı. Bana şantaj yapmıştı. Jesse’nin parasına ortak olmuştu. Gus’ın ilk karşılaştığımızda söylediği söz aklıma geldi: “Bir bağımlıya güvenemezsin.” Durdum… Gencecik bir kadının kendi kusmuğunda boğuluşunu izliyordum ve hiçbir şey yapmıyordum. Jesse için yapmıyordum. Jesse’yi kurtarmak için bir başka insanı kurtarmamayı seçmiştim. Fakat bu seçim bende inanılmaz derecede bir merhamet duygusu yaratmıştı. Nasıl biri olursa olsun, bu kadın bunu hak etmiyordu belki ama buna mecburdum. Genç kadının çırpınışları azaldıkça benim de içimde bir şeylerin söndüğünü hissediyordum. O ölünce benim de içimde iyiye dair bir şeyler ölmüştü sanki. Düğümlenen boğazım, sulanan gözlerim duyarsızlaşmıştı. Genç kadın boğulurken, ben de vicdanımı boğazlamıştım…


resim


resimYazar: Ömer Erimli
resimKaynak: birdizihaber.com

İletiTarih: 26 Aralık 2013 10:02
 Kullanıcı bilgilerini göster Bu kullanıcının gönderdiğini mesajları gösterme Alıntıyla Cevap Gönder Başa dön   
Çevirici Hortlak



Kayıt: 11.08.2011
İletiler: 276
Şehir: Ayvalık


Özel mesaj gönder
Çevirici Hortlak
« ons » yazdı:
Baştan 2. resmi görünce, Walter'ın Grey Matter'dan neden ayrıldığını yazıyor sanıp heyecanlanmıştım yow yow .
Güzeldi gene de, teşekkürler.


Dizide bir bölümde bahsetmişti bundan. Karısı ilk çocuklarına hamileyken ev almak istiyorlar, zamanında 5000 dolar (sallamış olabilirim) gibi bir paraya kendi haklarını satıyor parayla ev falan alıyorlar işte.

İletiTarih: 26 Aralık 2013 19:25
 Kullanıcı bilgilerini göster Bu kullanıcının gönderdiğini mesajları gösterme Alıntıyla Cevap Gönder Başa dön   
İletileri göster:   
Yeni Konu Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 1 sayfa) [Bu başlıkta 10 mesaj bulunuyor] « Önceki konuSonraki konu »
Forum Seçin:  

Türkçe Altyazı © 2007 - 2024 | hd film