Çok ciddi anlamda film hakkında bilgi içerir. İzlemeyenlerin okuması halinde meydana gelen her türlü sorumluluktan Marvel sorumlu değildir.
Filmimiz biraz uykusuzluk çeken kahramanımızın arayışı ile başlıyor, biraz uykusuzluk dediğime bakmayın,
6 ay uykusuzluk çekmek için gerçekten fazla bir süre.
Uykusuzluğun en kötü yanı da, uyanıkken bile de tam uyanık olamamanız.
Dolabında yiyecek sadece sos olduğu halde, 6 çeşit yemek takımı olan da benim aslında.
Dünya'nın yarısı açlık ve sefalet içindeyken, hangi yemek takımının beni yansıtacağını düşünen de.
Belki tam olarak kahramanımız sözleri olmasa da, insanı düşünmeye sevkettiği şeylerden bazıları bu.
Uykusuzluğunun çözümünü geçici bir süre, testis kanserli hastaların toplantısına gidip, hiç tanımadığı kollarda ağlayarak bulacaktı.
Aydınlanması tam olarak da burada olacaktı işte, çünkü kahramanımızın sözleriyle söylemek gerekirse:
"Tüm umudunu yitirmek özgürlüktü."
Uykusuz gecelerinin sonu olarak düşünmüştü bu günleri. Nedense kendini sonunda bir yerde özgür bırakabilmek, iyi gelmişti. Orada tam da olduğu gibiydi, hiç tanımadığı insanlar bile onun omzunda ağlıyorlardı. Ölmüyordu, tek farkı oydu oradakilerin, ama aslında ölen şey içindeki yaşam arzusuydu. Tüketimci bir toplumun yönlendirmesiyle yaşayıp, hiç ihtiyacı olmayan şeyleri alarak mutluluğu yakalayabileceğine inandığı günler geride kalmıştı. Ama ne yazık ki her güzel şey gibi bunun da bir sonu vardı.
Ve bu sonun adı Marla'ydı. Bu toplantılarda onun gibi bir turistin olması, işin gerçekliğini bozuyordu. Uykusuz günlerinin tekrar gelmesi çok da uzak değildi.
Biraz da Marla'ya gelelim, Marla'nın hayat felsefesi her an ölebileceği üzerine kurulmuştu ama asıl trajedi de ölmemesiydi.
Zamanının çoğu seyahetlerle geçiyordu, her gün başka bir yerde uyanıyordu. Hayatı tek kullanımlık şeyler üzerine kurulmuştu, tek kullanımlık çay, tek kullanımlık şeker, tek kullanımlık şampuan.
Kendi tabiriyle her uçuşta tanıdığı arkadaşlar, tek kullanımlık arkadaşlardı. Ama içlerinden birisi istisna olacaktı, Tyler Durden. Farkı ilk görüşte anlaşılıyordu.
Şimdiye kadar hiç kavga etmemişti, bunun iyi bir şey olduğunu sanıyordu. Korkuyla, mücadeleden kaçınılarak geçen bir hayat. Belki anlamsız belki de sadece anlamsızlıklarla dolu bir dünyada büyük bir boşluk. Her şey o ilk adımı atmakla başladı.
Tyler’la kavga etmeye başlamaları bir kıvılcım oldu, aslında herkesin içinde bulunduğu durumu ortaya çıkaran onlar olmuştuk . Herkes bunu yapmak istiyordu, kendileri kavga ederek kurdukları bu küçük kulüp gitgide büyüyordu. Kulübün ilk kuralı, her ne kadar dövüş kulübünden bahsetmek yasak olsa da. Artık çevredeki insanları ölçer olmuşlardı, Tyler ile kiminle dövüşmek isteyeceği konusunda oynadıkları küçük oyunlar ise günün eğlencesiydi. Dövüş kulübü gitgide büyüyordu, kayıp neslin çocuklarıydı neticesinde onlar. Ne büyük buhran vardı, ne de başlarında bir bela. İşlerine yaramayacak şeyler almak için nefret ettikleri işlerde çalışıyorlardı. Ama çalışırken harcadıkları şey hayatlarıydı ve bu kolay kolay harcanabilecek bir şey değildi. Uyur gezer olarak yaşıyan bir jenerasyonu uyandırma görevi onlarındı aslında, ders vermekti amacı insanlara. Hayatlarının kıymetini anlasınlar diye, neticesinde öyle de yaptı. Kontrollü yıkım adını verdiği şeylerle, hiçbir cana kastetmeden, sembolik yaptırımlarda bulundu. Tyler medeni insan haklarını karşıydı, en başta da mülk edinme hakkı. Toplayıcı avcı olarak başlayan bu insanlık serüveni, tüketiciliğin sonunda doğru yol alıyordu.
Bunca geçen zaman sonunda Tyler’ın kendisine bir ordu kurmasıyla beraber, asıl karakterimiz rahatsız olmaya başlamıştı, bu yıkıma bir son vermek için polise gittiğinde ise aslında bu gizi ordunun, her yere sızdığını anladı. Onlara karşı bir direniş söz konusu bile değildi, çünkü çöplerimizi toplayan, bizi uyurken güvende tutan yine onlardı.
Tyler Durden’ ın aslında kendisi olduğunu anlaması, aslında hepimiz için çok farklı bir son olmuştu. Bu kadar zaman bir şizofrenin hikayesini izlemişiz meğer. İlerleyen bölümler Marla yani hayatının aşkına söylediği söz, filmin son sözü de noktayı yeri koymak için yeter de artar bile. Hayatının çok garip bir zamanında tanımıştı onu.
Film anlatım yönünde çok akışkan ilerleyen defalarca izlediğimiz bir film, bir kere izledikten sonra ikincisini izlemek daha da ayrı bir keyif kaynağı. Fincher’ın en iyi filmi diyebilirim. Filmin sonundaki Pixies’den” where is my mind” da film sayesinde unutulmaz parçalar arasında yerini aldı benim için.
Marvel