Giriş Kayıt
Melancholia
Yeni Konu Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 1 sayfa) [Bu başlıkta 6 mesaj bulunuyor] « Önceki konuSonraki konu »
Yazar Mesaj
svsknr



Kayıt: 06.04.2010
İletiler: 3938
Şehir: Edirne


Özel mesaj gönder
svsknr
 [Spoiler] Melancholia
Lars von Trier

Melancholia
2011
Melancholia
Dram / Bilim-Kurgu135 dk

Yönetmen: Lars von Trier
Yeni evlenen çift Justin ve Micheal evliliklerini Justine'nin ablası Claire'nın malikanesinde, görkemli bir davet ile kutlarlar. Fakat bu iki kız kardeş yapı itibariyle birbirlerine ters karakterdedirler. Justine depresyona, drama ve melankoliye yakın ve yatkın...
7.1 (197,031 Oy)


Sitede Rastgele Film tuşuyla gezinirken gördüğüm ve ilgimi çekmeyi başaran bir filmdi Melancholia. Lâkin, senkronladığım altyazıyı 2 günde 100 kişi indirince daha bir ilgimi çekti ve izlenecekler listemin ilk sıralarına aldım; İyi ki de almışım...

Öncelikle belirtmeliyim ki, yönetmenin de dediği gibi, filmi anlamak biraz zor. O yüzden filmi anladığımı iddia ederek değil, yalnızca bana hissettirdiklerini yazacağım...

Bir çok yorumda sıkıcı, boğucu ve zaman kaybı olarak nitelenen; ilk yarısının, konu bütünüyle alâkasız ve aşırı uzun olduğu dile getirilen bu film için, benim görüşlerim biraz daha farklı. Şöyle ki:

Filmin ilk yarısının uzun olduğuna katılmakla birlikte, gerekli bir uzunluk olduğunu düşünüyor ve bunu, düğün ile sembolize edilmiş, hoyratça harcanan, bohem bir sonsuz yaşam yanılsamasına gönderme olarak görüyorum. Benzer şekilde -film sayfasında yaptığım yorumda da belirttiğim gibi- limuzin, insanoğlunun gösteriş takıntısına çok yerinde bir örnek olmuş; Her bir güler yüzün ardında gizlenen menfaatler ise doyumsuz nefsine... Film dikkatle izlendiğinde, alâkadar örnekler bulmak mümkün.

Gelelim ikinci kısma:

Gezegenimizin adı Melancholia. Yani bildiğimiz melankoli...

Onca zaman Güneş'in ardında gizlenen ve kısa bir süre içerisinde farkedilerek baş ağrıtan bu gezegenin mavi renkte oluşu ise ayrı bir fenomen. Herkesin bildiği üzere, mavi renk özgürlüğü ve bağımsızlığı simgeler. Işık ve ısı kaynağımız olan Güneş'in de genellikle Tanrı (Yaratıcı) ile ilişkilendirildiğini düşünürsek, Melancholia'nın tam zıd bir konumda durduğunu (Sıcak-soğuk renk karşıtlığı gibi argümanlar vs.) ve yönetmenin, iyi-kötü arasındaki bir güçler savaşını betimlediğini görebiliriz. Fakat gözden kaçmaması gereken bir nokta var: Bu savaş Tanrı ile değil, Tanrı inancıyla yapılılıyor. Üstelik, iyi ya da kötü taraf, bireyin seçimlerine ve dünya görüşüne bağlı olmakla birlikte -öyle sanıyorum ki- yönetmen kendi tarafını da ortaya koymuş.

Mantığımızı zorlayan bir başka "betimleme" ise, Melancholia'nın en yakın geçişini yaptıktan ve uzaklaşmaya başladıktan sonra, tekrar yakınlaşması ve kaçınılmaz sonu getirmesi. Benim buradan çıkardığım sonuç (Filmin simgesel tabanını, nesnel kanıtlara dayandırma gerekliliğini göz önünde tutarak) şu: Büyük olasılıkla, yaşanan yakın geçiş sonrası, çekim kuvvetinin etkisiyle Dünya yörüngesinden çıkmış ve Melancholia'nın yörüngesine girmiştir. Ancak Melancholia'nın çekim kuvveti öylesine güçlüdür ki, Dünya daha fazla direnemez ve "düşer". Yani Dünya'ya çarpan Melancholia değil, Melancholia'ya çarpan Dünya'dır! Bir başka deyişle, insanoğlu Tanrı'dan uzaklaşarak doğru yolundan sapmış ve yalnızlığın / çaresizliğin kucağına düşmüştür.

Trier, muhafazakâr bir yönetmen midir bilemiyorum ama -nedense- izlediğim tüm filmlerinde benzer bir alt mesaj görüyorum.
Gereksiz 1-2 cümle çıkarıldı ve yazım yanlışları düzeltildi.

İletiTarih: 11 Aralık 2011 18:09
En son svsknr tarafından 12 Aralık 2011 17:22 tarihinde değiştirildi.
 Kullanıcı bilgilerini göster Bu kullanıcının gönderdiğini mesajları gösterme Alıntıyla Cevap Gönder Başa dön   
ubi bene ibi patria
Müdavim


Kayıt: 26.02.2010
İletiler: 7469
Şehir: Unutulmuş Başarılar Kenti


Özel mesaj gönder
ubi bene ibi patria Müdavim
Ellerine sağlık... Filmi izlemeden önce bu yazını okumam iyi oldu. Yerinde ve güzel saptamalar yapmışsın, kim bilir, belki Trier tam da senin düşündüğün gibi bir anlam yüklemeye ve göndermeye çalışmıştır. Hıhı

İletiTarih: 11 Aralık 2011 19:09
 Kullanıcı bilgilerini göster Bu kullanıcının gönderdiğini mesajları gösterme Alıntıyla Cevap Gönder Başa dön   
svsknr



Kayıt: 06.04.2010
İletiler: 3938
Şehir: Edirne


Özel mesaj gönder
svsknr
Salı, 24 Ocak 2012 - 07:28

Melankoli değil, mizantropi

resim


Trier’in bugüne dek çektiği tüm filmler, şu ya da bu şekilde insanlığa lanet eden, onun erdemlerini hiçe sayan mizantropi örnekleriydi; ancak bugüne dek hiçbir filminde açıkça “dünyadaki yaşam kötücüldür” deyip, sonra da işi onu bir gezegen çarpması marifetiyle yok etmeye vardırmamıştı.

Gericiliği tanımak çoğunlukla kolaydır. Bazı savlar, büründükleri kılıf ne olursa olsun, savın sahibinin gerici olduğunu kesin olarak ifade ederler. Örneğin, nerede tarihin ya da insanlığın sonunun geldiği ya da kaçınılmaz biçimde geleceğinden bahseden birisini görürseniz, bilin ki orada bir gericiyle karşı karşıyasınızdır. Kıyamet kehanetleri, bugüne kadar karşılaştığı bütün tarihsel engelleri er ya da geç aşmayı başarmış olan insanlığa derin bir güvensizlik ve yabancılaşmanın ifadesidir. Bu tip kehanetler, mevcut üretim biçiminin sıkıştığı ve insanlara daha iyi bir gelecek vaat edemez bir hale geldiği dönemlerde çok daha fazla alıcı bulur: insanlığın devrimci bir sıçrama yapacağına inan(a)mayanlar, onun yıkılıp gideceğine inanıp bunda bir çeşit sapık bir huzur bulurlar. Bu, adlı adınca insana ve insanlığa düşman olma durumudur; mizantropidir.

Bu yazının konusu olan Lars Von Trier’in son filmi Melankoli, yukarıda çizilen çerçeveye iyi bir örnek teşkil ediyor ve iki nedenle ilgi ve eleştiriyi hak ediyor: bu film kanımca yönetmenin kendi düşüncelerinin sanatsal ifadesinin tamamına erdiği eser niteliğini taşıyor ve Trier, bugüne dek çektiği tüm filmlerde kullandığı sıra dışı görsel anlatım teknikleri sayesinde, gerici ideolojisini kendisini ilerici olarak tanımlayan insanlara dahi şirin göstermeyi başarmış bulunuyor. Muhtemelen nazizme düzdüğü övgülerin ardından bu illüzyon biraz dağılmıştır, ancak yine de estetik perdeler arkasına gizlenen gericiliği deşifre etmeye devam etmek lazım; çünkü günümüzde postmodern bombardıman altındaki küçük burjuva sanatsever için özden kopuk bir biçimsel estetik, hele ki biraz olsun sıra dışı ve çarpıcı ise, kendi başına bir albeni taşıyabiliyor.

Dolayısıyla, Trier’in gericiliğini incelemek için, onun üzerindeki estetik elbiseyi umursamadan elbisenin örttüğü çirkinliğe bakmak gerekiyor; zira filmin açılışından itibaren Trier hem gerici düşüncelerini izleyiciye dayatmak, hem de pazarlama değeri yüksek bir eser üretmek için güçlü ve göndermelerle dolu bir görselliğe başvuruyor. Bu görselliği deşifre etmeye kalktığınız anda, tartışma Trier’in istediği çamurlu zemine kayıyor ve insanlığın yok oluşunu alkışlarla karşılayan bir gerici tiradın adı “dekadans estetiği” olabiliyor(1).

Peki, Melankoli ne diyor? Özetlersek:

Filmin yaklaşık 90. dakikasında başlayan diyalogda ana karakter Justine şunları söylüyor: “Dünya habis, ona üzülmemize gerek yok. Yok olduğunda kimse onu özlemeyecek, çünkü kimse farkına dahi varmayacak zira evrende tek yaşam bizim gezegenimizde (ve o da kötü).” Bu sahnede Trier Justine’in ağzından konuşuyor ve bunu bir röportajında(2) açıkça ifade ediyor.

Hayatta mutlu olmayı beceremeyen (ama bir küçük burjuva reklamcı olarak reklam sloganı yazmayı çok iyi beceren) Justine, kıyametin geliyor olduğunu biliyor. Biliyor, çünkü metafizik sezgileri var; örneğin düğün çekilişinde herkesin bir avuç fasulye attığı şişede 678 fasulye tanesi olduğunu da biliyor. Buna karşın bilim, yaklaşan felaket karşısında Justine’in eniştesi John’un şahsında kifayetsiz kalıyor: Bir astronom olan John son dakikaya kadar yaklaşan gezegenin dünyaya çarpmayacağını savunuyor, çarpacağını anladığında da intihar ediyor. Diğer yandan Justine’in hayatın güzelliklerini kucaklayan, küçük burjuva yaşantının tüm kurallarını yerine getiren ve tek oğlunu taparcasına seven kardeşi Claire felaket yaklaştıkça çöküyor. Öyle ki, filmin ilk yarısında Claire Justine’e neredeyse annelik yaparken yokoluş yaklaştıkça direksiyona bu yokoluşu isteyen, ya da en azından ona kayıtsız olan Justine oturuyor ve böylelikle Claire son ana kadar feryat edip çırpınırken Justine ve onun kandırıp sakinleştirdiği küçük yeğeni Leo ölüme huzur içinde kavuşuyor.

Öncelikle, herhangi bir yıkımı, ne kadar kaçınılmaz olursa olsun kaderci biçimde kabullenmeyi vazetmek gericiliğin daniskasıdır. Diğer yandan, Trier’in film boyunca Justine karakterini kullanarak küçük burjuva yaşantıya tepeden bakmasını bir eleştirel duruş olarak görmemek gerekiyor zira eleştirellik, karşıt öneri gerektirir ve Justine’in küçük burjuva hayata karşı kayıtsızlık dışında bir önerisi yok. Küçük burjuva yaşantının lüks düşkünlüğünün eleştirisi zorunlu olarak proleter bir bakış gerektirir ve Trier, tüm yoksulların kaçınılmaz olarak köpekleşeceğini ve sadece sopadan anlayacaklarını iddia ettiği Dogville’de emekçiler hakkında ne düşündüğünü açıkça ifade etme fırsatı bulmuştu.

Özetle; Trier’in bugüne dek çektiği tüm filmler, şu ya da bu şekilde insanlığa lanet eden, onun erdemlerini hiçe sayan mizantropi örnekleriydi; ancak bugüne dek hiçbir filminde açıkça “dünyadaki yaşam kötücüldür” deyip, sonra da işi onu bir gezegen çarpması marifetiyle yok etmeye vardırmamıştı. Melankoli’de bunu yaptı, herhalde artık rahatlamıştır.

Tabii, dünyayı yakıp küllerinin üzerinde tepindikten sonra geriye ilkellik kalıyor:

“Kesinlikle filmlerimdeki kadınların gençleşmesi ve daha da çıplak olmaları niyetindeyim. 'Nemfoman' isimli iddialı bir projeye hazırlanıyorum.”(3)

Bu sözler bize sadece Melankoli’de Kirsten Dunst’ın memelerini gereksiz yere neden seyrettiğimizi açıklamıyor, Trier’in bir önceki filmi Deccal’de sergilediği kadın düşmanlığı ve kadını nesneleştiren zihniyetini bir kez daha ortaya koyuyor. Trier Nemfoman diye bir film çektiğinde bunu da kadın cinselliğinin estetiği bağlamında tartışmayacaksak, öncelikle bu adamın gericiliğini sabit olarak tespit edip, eleştirilerimizi bunun üzerinden yapmaya başlamak gerekiyor. Zira karşımızda avangart bir sanatçı değil; küçük burjuva solcusu tarafından da ziyadesiyle paylaşılan günümüzün sıra dışı meraklılığına zekice oynayan, kendisine yönelik “yuh, bu kadar da olmaz” eleştirilerinden beslenerek Engin Ardıç misali semiren, muzip değil, kırdığı camdan da, yediği şamardan da keyif alan şımarık, sinsi ve habis bir velet var.

Nevzat Evrim Önal (soL)

(1) (2) (3)

İletiTarih: 24 Ocak 2012 13:18
En son svsknr tarafından 25 Ocak 2012 08:10 tarihinde değiştirildi.
 Kullanıcı bilgilerini göster Bu kullanıcının gönderdiğini mesajları gösterme Alıntıyla Cevap Gönder Başa dön   
sesizadam



Kayıt: 25.03.2009
İletiler: 2723
Şehir: İLKADIM /Samsun
Yaş: 36 Başak


Özel mesaj gönder
sesizadam
Ellerine sağlık. Filmi izledikten hemen sonra incelemeni okumuştum. Açıklayıcı ve doyurucuydu. Bu kadar resmiyet yeter. yakaladım

İletiTarih: 24 Ocak 2012 20:18
 Kullanıcı bilgilerini göster Bu kullanıcının gönderdiğini mesajları gösterme Alıntıyla Cevap Gönder Başa dön   
beregost



Kayıt: 29.11.2011
İletiler: 763
Şehir: PLUTON GEZEGENİ. Gezegenimizi güneş sisteminden çıkaranlar utansın
Yaş: 51 Yengeç


Özel mesaj gönder
beregost
Çok güzel bir inceleme ve paylaşım olmuş. Teşekkürler.

İletiTarih: 24 Ocak 2012 22:27
 Kullanıcı bilgilerini göster Bu kullanıcının gönderdiğini mesajları gösterme Alıntıyla Cevap Gönder Başa dön   
pierro_7



Kayıt: 11.10.2011
İletiler: 86
Şehir: İstanbul


Özel mesaj gönder
pierro_7
ben bu filmde ne üst ne de alt mesaj gördüm..
bu filmde gördüğüm şey, boşa geçen 140 dk ve 2 tl film parasıydı..
herkes dünyanın sonuyla ilgili film yapıyor ama çoğu boş filmler..bu da onlardan biri.
trierin izleidklerim içinde uzak ara en kötüsü..

İletiTarih: 02 Şubat 2012 22:01
 Kullanıcı bilgilerini göster Bu kullanıcının gönderdiğini mesajları gösterme Alıntıyla Cevap Gönder Başa dön   
İletileri göster:   
Yeni Konu Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 1 sayfa) [Bu başlıkta 6 mesaj bulunuyor] « Önceki konuSonraki konu »
Forum Seçin:  

Türkçe Altyazı © 2007 - 2024 | hd film