Giriş Kayıt
özel mesaj
spacer

serdardemirkiran

Sinefil Grubu
 
Kayıt : 09 Nisan 2017
Şehir : Ankara
Meslek : Satış müdürü
İlgi alanları : sinema, müzik, spor
  • Lover Come Back
    Lover Come Back
  • Yastık Sohbeti
    Yastık Sohbeti
  • Love Me or Leave Me
    Love Me or Leave Me
  • Öp Beni Kate
    Öp Beni Kate
  • 7 Kardeşe 7 Gelin
    7 Kardeşe 7 Gelin
  • Joan Blondell
    Joan Blondell
  • Paulette Goddard
    Paulette Goddard
  • Randolph Scott
    Randolph Scott
  • Ginger Rogers
    Ginger Rogers
  • Julie Andrews
    Julie Andrews
  • Altın Ok
    Altın Ok
  • These Thousand Hills
    These Thousand Hills
  • None But the Lonely Heart
    None But the Lonely Heart
  • So Long at the Fair
    So Long at the Fair
  • Arise, My Love
    Arise, My Love
  • avatar
    Lonter365
  • avatar
    luizdega
  • avatar
    vakanuvis
  • avatar
    atticus-tr
  • avatar
    Nymphadra
Son Yorumları
The Golden Arrow (1936)
17 Aralık 2022
“Korunmaya ihtiyacın olduğu için senle evlenmiştim.
Ama hata etmişim, senin korunmaya filan ihtiyacın yok.
Asıl benim korunmam gerek”.

Bette Davis'in bir kozmetik şirketi tarafından tanıtım amacıyla mirasçı kılığına girmesi için işe alınan bir kafeterya çalışanını canlandırdığı hafif komedi filmi.
Orijinal adı “The Golden Arrow” yerine Amerika’da kullanılan diğer adı olan “Cream Princess” i kullansa daha iyi olurdu, bu isim filme daha bir uyuyor bence.
O dönem “THE PETRIFIED FOREST” ve “OF HUMAN BONDAGE” filmlerindeki başarılarının ardından hızlı bir yükselişte olan Bette Davis’i, bu alelacele çekildiği her halinden belli olan filmde, şirketle olan anlaşması gereği oynamak zorunda kalması hayli üzmüş olmalı ki, film gösterime çıktığında
"Bu kadar ucuz, hiçbir şey içermeyen bir hikayede görünmek zorunda olduğum için ... çok üzgün ve kırgınım ..." demiş, hayranlarından özür dilemişti.
Bette Davis ve George Brent'i bir araya getiren on bir filmden biri idi “The Golden Arrow”.
Johnny Jones (G. Brent) çalıştığı gazete tarafından, Appleby Yüz Kremleri servetinin varisi olan ve peşinde onunla evlenip bu servete konma peşinde pek çok sayıda talibi olan Daisy Appleby (B. Davis) ile röportaj yapmakla görevlendirilen bir gazete muhabiridir.
Ne kendilerinin ne de Johnny'nin bilmediği, onun gerçekten bir sosyetik kimliğine bürünmek için bir halkla ilişkiler ekibi tarafından tutulan bir kafeterya kasiyeri olduğudur.
Peşindeki erkeklerin görüşme sağlayamadığı Daisy’e bir yanlış anlama sonucu gazeteci Johnny ulaşır. İğrenç model mayosuyla teknenin havuzunda birlikte yüzerler bile. Bayan Daisy, bu gazeteci Johnny’den etkilenmiştir. Ve ona çok çabuk aşık olur. Bu durumu gizlemek adına Johnny’ye, peşindeki erkeklerden kurtulmak amaçlı diyerek anlaşmalı bir çıkar evliliği teklif eder.
Johnny bu teklifi kabul eder ama evlendikten sonra şirketin yönetim kurulu onu da kontrolleri altına almaya çalışır. Çünkü bu evlilikle planın bir parçası olmuştur. Şirket ona “Pantolonlu Sinderella” şeklinde bakmaktadır.
Johnny buna isyan edip misilleme olarak petrol varisi bayan Hortense Burke-Meyers (C. Hughes) ile çıkmaya başladığında, onu gerçekten sevdiğini anlayan Daisy, Johnny'yi kıskandırmak için kayınbiraderi Alfred Parker'ın eski bir sevgilinin kimliğine bürünmesini sağlayarak onu geri kazanmaya çalışır.
Oyuncuların tüm iyi niyetli, başarılı olma çabaları zayıf senaryo karşısında kaybediyor.
Konuya fazla takılmadan izlemek gerekiyor. Bu neden böyle, bu neden şöyle derseniz soruların sonu gelmez. Filmin hayli zayıf bir senaryosu var, “ünlü oyuncuda olsanız ben sizi nasıl yerden yere vururum” un tipik örneği film. Daha filmin sonundaki sırayla herkesin gözünün sırayla morartıldığı, filmdeki tüm abuk sabukluklara rahmet okutan “göz morartma” detayına girmeyeceğim.
Kötü bir senaryonun faturasını filmdeki herkesin ödediği bir film bu. Seyirciyi de dahil etmek gerekiyor kaybedenlere. Ama sinemada bunlara da yer var nasıl zirve filmler varsa… Sinemanın efsane isimlerinden Bette Davis’i böyle hayli sıradan filmde izlemekte sanki sinemasal bir şaka…
These Thousand Hills (1959)
12 Kasım 2022
“Unutma… İnsanlar değişir, başladıkları gibi olmazlar”.

“Shane” filminin senaryo yazarı da olan A.B. Guthrie Jr.’ın aynı adlı romanından uyarlanan filmin yönetmen koltuğunda sinemaya pek çok unutulmaz film katan Richard Fleischer var.

Genç, hırslı ve kararlı bir kovboy olan Lat Evans (D. Murray) yolda karşılaştığı bir sürüde vahşi bir atı sakinleştirmesi sayesinde iş bulur. Babasının iflas ederek, yoksulluk içinde ölmesi nedeniyle kendinin öyle olmaması için zengin olma hırsı içindedir.
Sürüde çalışan Tom Ping (S. Whitman) ile arkadaş olurlar. Uğradıkları küçük bir kasabada düzenlenen at yarışında, acımasız çiftlik sahibi Jehu (R. Egan) nun atını kullanan sürücünün hilesiyle attan düşer, devreye giren kasabanın bankacısı Conrad (A. Dekker) kazananın Lat olduğunu ilan eder.
Kasabada kutlama yaptıkları salonda Callie (L. Remick) ile tanışır. İkisi de birbirinden hoşlanmıştır. Bu arada arkadaşı Ping’le kurt avına gider. Soyguncularla çıkan kavgada Lat vurulur, Ping onu kasabaya getirir. Callie, o iyileşene kadar başucundadır hep.
Bankacı Conrad’dan çiftlik arazisi alması için Callie tüm parasını Lat’a verir. Lat kısa sürede hızla yükselmeye başlamıştır, Jehu onu kıskançlıkla izlemektedir. Zengin olma hırsı Lat’ın çevresindekilere olan davranışını ve bakış açısını da değiştirmektedir.

Film bir western öyküsü. Ama bildiklerimizden değil pek… Hani Kızılderililerin olduğu, silahların, yumrukların konuştuğu, kötülerin iyilere bulaştığı, aksiyonun konunun önüne geçtiği filmlerden değil. Ancak bu farklılık filme artı yönde yansıyor. Vahşi batı olgusu döneminde bir kovboyun hırslı bir biçimde çiflik sahibi olma arzusunu anlatmakta. Anlatım dili ağır, ancak sağlam bir anlatıma ve iyi oyunculuklarla, Charles G. Clarke’ın çok güzel kamera görüntülerine sahip…

Sığır sürülerinin açılış sahnesi görüntüleri ile başlayan filmde Marilyn’le oynadığı “Bus Stop” ile ünlenen Don Murray başrolde. Film çekilirken 30 yaşındaydı ama daha genç göründüğü de bir gerçek. Yan kadroda kendisine hayli güçlü bir destek var. Arkadaşı rolünde Stuart Whitman, zengin olma yolunu açan Callie’de Lee Remick, filmin kötüsü olan Jehu’da Richard Egan, bankacı Albert Dekker, kızı Joyce rolünde Patricia Owens olmak üzere hepsi hayli iyiler.

“Hırsızlık yapmadan zengin olmanın mutlak bir yolu vardır” diyerek yola çıkan Lat’ın öyküsü standart gidişat sonrası, hikayenin ortalarında değişime uğruyor. İyi adamların da içindeki karanlığın ortaya çıkmasıyla öykü daha bir derinlik kazanıyor.
Film hakkında o dönem New York Times’ta çıkan bir yazıda “Richard Fleischer yönetiminde oyuncular Hollywood’da kimsenin pek derinden inanmayacağı bu son derece güzel giyimli ve manzaralı vaaz için görevlerini başarıyla yerine getiriyorlar” denmişti.
Filmdeki akılda kalan sahnelerden biri de Lat ile Jehu’nun yumruk yumruğa dövüş sahnesi, bu defa çamurunda eklenmesiyle sahne dikkat çekiyor. Bu sahne bize sinema tarihindeki John Wayne, Randolph Scott’ın 1942 yapımı “The Spoilers” ındaki unutulmaz kavga sahnesini hatırlatıyordu.
Film ağır anlatımlı olmasına, kısmen tatmin edici bir sonu olmasına rağmen iyi yönetim, oyunculuk ve öyküsüyle vasatın bir tık üstünde sayılır görüşündeyim. İzleme sonrası çok müşkülpesent değilseniz vaktimi boşa harcadım demeyeceğiniz bir yapım diyorum film için.
None But the Lonely Heart (1944)
05 Kasım 2022
Ernie : Sabah ilk iş evlilik cüzdanını alıyoruz.
Ada : Öyle mi?
Ernie : Hava durumu için sunucunun ne dediğini merak ediyorum.
Ada : Muhtemelen yağmur… Ardından yatakta intihar…

“Yalnız Kalpten Başka Bir Şey Yok / None But The Lonely Heart” Richard Llewellyn’in 1943 tarihli aynı adlı romanından yönetmen Clifford Odets’in senaryolaştırdığı film onun ilk uzun metraj filmiydi. Meslek yaşamında iki film yönetti, diğeri 1959 yapımı “The Story On Page One” idi.
Filmin adı Çaykovski’nin filmin fon müziğinde yer alan “None But The Lonely Heart” adlı eserinden alınmıştır.

Ernie Mott (C. Grant) müzik aletleri tamiratından anlayan ama çalışmayı, bir yere bağlanmayı sevmeyen, sorumsuz, başıboş alt sınıfa mensup bir Londralı gençtir.
Evinden uzun bir zamandır ayrıdır, annesini görmeğe geldiğinde önce ölen babasının mezarını ziyaret eder. Annesiyle karşılaştığında, anne (E. Barrymore) bu kadar uzun zaman sonrası neden döndüğünü sorar ve ekler; “bundan sonra ya evde kal, ya da sonsuza kadar git”.
Ernie , annesine yarın ayrılacağını söyler. Dolaşmak için dışarı çıkar, arkadaşı müzisyen Aggie Hunter (J. Wyatt) sohbet eder. Aggie içten içe Eddie’yi sevmektedir ama Eddie bir gangster olan Jim Mordinoy’un (G. Coulouris) in eski karısı Ada Brantline’a (J. Duprez) tutulur. Onunla evlenmeyi bile düşünür. Bir arkadaşından annesinin hastalığının ciddi olduğunu öğrenince iyice kafası karışır. Yaşadığı yoksulluğun baskısıyla gangster Mordinoy’un işlerine katılmayı kabul eder. Bir batağa saplandığını fark ettiğinde ise, geriye dönmesi çok zor olacaktır.

Film, Londra’nın savaş öncesi daha yoksul doğu yakasının kasvetli, karamsar ve baskıcı ortamında barış, huzur arayanların umutsuz özlemlerini dile getiren bir film olarak yorumlandı.
Filmdeki rolüyle anneyi oynayan Ethel Barrymore, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscarını kazanırken, film, En İyi Erkek Oyuncuda Cary Grant , Kurgu ve Müzik dallarında adaylıkta kalıyordu.
Yazar Richard Llewellyn ise romanında 20 yaşındaki bir genci anlattığını 40 yaşındaki Grant’ın rolü almasına şiddetle karşı çıkmıştı.
Crant rolü çok istediğinden kitabın film haklarını satın almıştı, ancak yaştan da çok salon komedilerinden ve duygusal filmlerden bildiğimiz Cary Grant’ın yoksul bir genç rolünde biraz sırıttığı da bir gerçek. O bu filmde de her zamanki Cary Grant gibi sanki.

Filmde Ernie’nin annesiyle tartışırken söylediği
"Beni burada çalıştıramayacak ve benden daha yoksul olan küçük insanlardan para koparamayacaksın" /"you're not going to get me to work here and squeeze pennies out of little people who are poorer than I am," sözü komünist propaganda sayılarak filmden bazı kişiler Amerikan Karşıtı Faaliyetler Komitesi tarafından sorgulanmıştı.
Filmde Ernie’nin, annesine “Babamı sevdin mi?” sorusuna, “Aşk yoksullar için değildir evlat. Bunun için zaman yok” sözü içimizi burkuyor.
Bir yere bağlı kalmayı sevmeyen, özgür ruhlu bir adamın sevdikleriyle birlikte yaşama arasında seçim yapması duygusal ilişkilerindeki ikilemleri anlatan iyi bir film.
Hikaye ilginç ancak eklenen yan olaylarla (gangster, soygun gibi) hem karışıyor hem uzuyor. Hikayenin sonu da izleyen için belirsiz ve tatmin etmeyen bir şekilde olunca “Ben bu Cary Grant filmini neden hiç duymadım” sözünün de cevabını film kendi veriyor.
Filmi, Grant’a değil de anne rolündeki Ethel Barrymore’un hesabına yazmakta işin gerçeği.
Barry Fitzgerald gibi ustayı, ilk rollerinde gencecik Dan Duryea yı görmekte filmin diğer artıları
1944 te savaşın karamsarlığının da sindiği yapım, senaryo zaaflarına rağmen yine de iyi oyuncuları ve ilgi çekici öyküsüyle sinemaseverlerce izlenmeyi hak ediyor.
Türkçe Altyazı © 2007 - 2023