Aşk (2013)
Herkurt_thewolf (18 Haziran 2014)
2013
HerDram / Romantik / Bilim-Kurgu126 dk
Yönetmen: Spike Jonze
Theodore Twombly, eşinden boşandıktan sonra tek başına yaşamaya başlayan ve el işi mektuplar yazarak geçimini sağlayan bir yazardır. Bir gün reklamlarda gördüğü bir yazılımın işine yarayacağını düşünerek satın alır. Samantha isimli bir sanal zeka...
8.0 (681,140 Oy)Teknoloji ile Evrimleşen "Aşk"
Theodore Twombly... Filmimizin kahramanı. İnsanların o gelişen dünyasında birbirleri için attıkları mektupları yazan biri. Bu dünyada insan ilişkileri o kadar azalmış olmalı ki doğum günü ya da evlilik yıldönümü kutlamasını kendi adınıza başka birisine yazdırıyorsunuz. İlk akla gelen düşünce bu oluyor. Daha doğrusu film, yaşatması gereken hissi ilk andan yüzünüze vuruyor. Film ile birlikte kendi dünyamızı da düşündürüyor bir nebze. Gelişen teknoloji ile birlikte yitirilen insan ilişkilerini sorgulatıyor. Kendi kabuğuna çekilen kaplumbağa timsali içine alıyor sizi. Filmde Theodore aslında böyle birisi değil. Bu noktaya gelmesine yaşadığı kalp kırıklığının sebep olduğunu görüyorsunuz. Sosyalleşen bir varlık olması gereken insan gittikçe içine kapanmış. Sosyalleşmeyi de sanal vasıtalarda aramış. Film hissettirdiği "aşk" duygusunun arasına cımbızla düşündürücü etkiler de sokmuş. İzlediğiniz, gördüğünüz şeyin sadece aşk olmadığını hissetmenizi sağlamış bu yönüyle. Aşktan çok, insan öğesinin kendini sorgulamasını istermişçesine farklı duygularınızı dürttüğünü hissettiğiniz o anlarda bir özeleştiri yapmanıza olanak vermek istemiş bana göre. Birbirimizden koptuğumuz, karşı komşumuzun dahi kim olduğunu bilmediğimiz hayatlarımızı düşünmemizi ve bu hikayenin nasıl son bulacağını işlemiş resmen.
Theodore'nin o acıklı dünyasında kaybolup onunla beraber depresyona girdikten sonra, ruh halinizi değiştirmek epey bir vakit alıyor. İş ile ev arasında dokunan bir mekikten ibaret hayat. Birkaç samimi arkadaş da tuz ile biber sadece yemekteki. Bu kasvetli hayata neşe katan şey ise Theodore'nin merakı sonucu tanıştığı Samantha. Peki kim bu Samantha? Filmin dayanak noktası... Bir program. Günümüzde yaşam koçu denilen şey, tabii bunun bilgisayar tabanlısı. Kısacası bir insan ile sürekli kendini geliştiren yapay zekalı bir bilgisayar programının hikayesini, aralarında yaşanılanların bir aşka dönüşmesini izliyorsunuz filmde. En mutlu anıyla da, en kıskanç anıyla da... Aşkın, aşk diye isimlendirdiğimiz duygunun insandaki etkisini gözlemliyorsunuz. Aşk, sadece insanın hissettiği bir his midir? İnsanlar arasında karşılıklı bir duygu mudur? Yoksa sadece bir kelimeden mi ibarettir? Aşkı yaşarken hislerinizin yönlendirdiği şekilde nasıl yaşayabilirsiniz, üstelik bu yönlendirmelere cevap veremeyecek bir hayat arkadaşına sahipseniz... İşte aklınıza gelebilecek her türlü soruyu cevaplandırabilecek güzel bir yapım Her.
Theodore'nin o acıklı dünyasında kaybolup onunla beraber depresyona girdikten sonra, ruh halinizi değiştirmek epey bir vakit alıyor. İş ile ev arasında dokunan bir mekikten ibaret hayat. Birkaç samimi arkadaş da tuz ile biber sadece yemekteki. Bu kasvetli hayata neşe katan şey ise Theodore'nin merakı sonucu tanıştığı Samantha. Peki kim bu Samantha? Filmin dayanak noktası... Bir program. Günümüzde yaşam koçu denilen şey, tabii bunun bilgisayar tabanlısı. Kısacası bir insan ile sürekli kendini geliştiren yapay zekalı bir bilgisayar programının hikayesini, aralarında yaşanılanların bir aşka dönüşmesini izliyorsunuz filmde. En mutlu anıyla da, en kıskanç anıyla da... Aşkın, aşk diye isimlendirdiğimiz duygunun insandaki etkisini gözlemliyorsunuz. Aşk, sadece insanın hissettiği bir his midir? İnsanlar arasında karşılıklı bir duygu mudur? Yoksa sadece bir kelimeden mi ibarettir? Aşkı yaşarken hislerinizin yönlendirdiği şekilde nasıl yaşayabilirsiniz, üstelik bu yönlendirmelere cevap veremeyecek bir hayat arkadaşına sahipseniz... İşte aklınıza gelebilecek her türlü soruyu cevaplandırabilecek güzel bir yapım Her.
İki ana karakterimiz var. Bunlardan sadece birisini görebiliyoruz. Yani Theodore'yi. Karakteri canlandıran ise usta oyuncu Joaquin Phoenix. Phoenix bildiğiniz üzere 2008 yılında aktörlüğü bıraktığını açıklamıştı. Bu kararı ile pek çok hayranını üzüntüye boğmuş olsada bu kararının ardından tekrar kameraların önünde boy gösterdi. Bu film onun için de çok farklı bir yapım. Şimdiye kadar canlandırdığı karakterlerin hepsinden hem yapı hem de görünüş olarak ayrı bir yere sahip. Karakterin yaşadığı o depresif hali olabilecek en sade şekliyle vermiş. Abartısız, kendinizden bir parça bulabileceğiniz bir karakter yorumu koymuş ortaya. Bu roldeki başarısı da tartışılmaz.
İkinci ana karakterimiz ise ekranda görmediğimiz, sadece duyduğumuz Samantha. Yani aşkın diğer ucundaki sanal karakterimiz. Kendisini seslendiren o güzel sesin sahibi ise Scarlett Johansson. Ekranda hiç görünmemesine karşın size ayrı bir yakınlık hissi veren o güzel sesiyle filme ortak oluyor. Sadece ses ile bir karaktere nasıl can verilebileceğinin en güzel örneğini sunuyor bize.
Her, her yanı ile konuşulabilecek bir yapım. İçeriğini hem karakter tabalı, hem de kitle tabanlı ele alabileceğiniz hoş bir tarzı var. Aslında karakter üzerinde anlatılan bir kitle filmi. Teknoloji ile insan arasındaki ilişkiyi tek bir karakter üzerinden vererek, bunun insanlık üzerindeki etkisini gösteriyor bizlere. Ufak nüanslarla da bunu yansıtıyor. Theodore'nin sokakta, metroda, işyerinde çekilen sahnelerine bakarsak oradaki insanlarında birer Theodore olduğunu görebiliyoruz. Sadece hikayelerini bilmediğimiz için birer figüran hissi uyandırıyorlar, o kadar. Dikkatle bakarsak hemen hemen herkesin konuştuğu bir Samantha'sı var yanlarında. Bu güzel ayrıntı, yönetmen Spike Jonze'un bir başarısıdır. Karmakarışık objelerle yaratabileceği bir yakın gelecekten çok, hemen hemen yaşadığımız zamana yakın bir dünya göstermesi, bu dünyanın içinde gelecekten bir konuyu başarılı bir şekilde ele alması kendisinin ne kadar başarılı ve inançlı olduğunu gösteriyor bize. Sadece güzel bir fikirden yola çıkarak bu fikrin yeterli olacağını düşünmeyen yönetmenlerden. Mekânın, karakterin, havanın dahi o güzel fikri öldürebileceğinin farkında olan Jonze, eksiksiz bir yapımla çıkmış karşımıza. Bu film Spike Jonze'un başarısıdır.
İkinci ana karakterimiz ise ekranda görmediğimiz, sadece duyduğumuz Samantha. Yani aşkın diğer ucundaki sanal karakterimiz. Kendisini seslendiren o güzel sesin sahibi ise Scarlett Johansson. Ekranda hiç görünmemesine karşın size ayrı bir yakınlık hissi veren o güzel sesiyle filme ortak oluyor. Sadece ses ile bir karaktere nasıl can verilebileceğinin en güzel örneğini sunuyor bize.
Her, her yanı ile konuşulabilecek bir yapım. İçeriğini hem karakter tabalı, hem de kitle tabanlı ele alabileceğiniz hoş bir tarzı var. Aslında karakter üzerinde anlatılan bir kitle filmi. Teknoloji ile insan arasındaki ilişkiyi tek bir karakter üzerinden vererek, bunun insanlık üzerindeki etkisini gösteriyor bizlere. Ufak nüanslarla da bunu yansıtıyor. Theodore'nin sokakta, metroda, işyerinde çekilen sahnelerine bakarsak oradaki insanlarında birer Theodore olduğunu görebiliyoruz. Sadece hikayelerini bilmediğimiz için birer figüran hissi uyandırıyorlar, o kadar. Dikkatle bakarsak hemen hemen herkesin konuştuğu bir Samantha'sı var yanlarında. Bu güzel ayrıntı, yönetmen Spike Jonze'un bir başarısıdır. Karmakarışık objelerle yaratabileceği bir yakın gelecekten çok, hemen hemen yaşadığımız zamana yakın bir dünya göstermesi, bu dünyanın içinde gelecekten bir konuyu başarılı bir şekilde ele alması kendisinin ne kadar başarılı ve inançlı olduğunu gösteriyor bize. Sadece güzel bir fikirden yola çıkarak bu fikrin yeterli olacağını düşünmeyen yönetmenlerden. Mekânın, karakterin, havanın dahi o güzel fikri öldürebileceğinin farkında olan Jonze, eksiksiz bir yapımla çıkmış karşımıza. Bu film Spike Jonze'un başarısıdır.
Film için son söz söyleyecek olursam: Samantha karakteri ile Theodore'yi besleyen ve Theodore üzerinden de hepimize hitap eden güzel ve başarılı bir yapım Her. Hepimizin içinden kesitler bulacağı, izlenilesi ve farklı bir yapım...
Scarlett Johansson'un sesinden "The Moon Song"
Regisseur (14 Şubat 2016)
O ve biz
Aşk (Her) filminin kayıp ruhu Joaquin Phoenix’i beyazperdede her izleyişimde, ağabeyi River Phoenix’i anarım. Ne zaman Amerikan sinemasının jönlerinin erken-genç ölümlerinden bahis açılsa, James Dean ve Heath Ledger’la birlikte aklıma ilk gelen üç önemli aktörden birisidir. Joaquin Phoenix sanki ağabeyinin mirasını devralmış gibi her geçen gün performansını geliştirerek yoluna devam ediyor. Bundan böyle Joaquin Phoenix’i her izleyişimde bir de Phillip Seymour Hoffman gelecek aklıma. Belki de, son olarak Paul Thomas Anderson’un Usta (The Master) filminde birlikte oynadığı yakın dostunun da ustalığını bir hırka gibi sırtına geçirerek türlü karaktere can vermeye devam edecek. Spike Jonze’un Aşk filmindeki yönetmenliğini ele almadan evvel çılgın kalemşör Charlie Kaufman’la olan ekuri tadındaki işlerini zikretmeli, üç yıl arayla yaptıkları iki sıradışı filmden bahsetmeliyim. Bu filmlerden ilki olan, John Malkovich’in kendi adını da taşıyan John Malkovich Olmak (Being John Malkovich) filminin altından girip üstünden çıktığı değerlerden hangi birini saysam acaba? Melankoliden sürrealizme değin türlü yan temasıyla sinema algısını alaşağı eden bir işti. Sonra, Tersyüz (Adaptation) geldi. Nicholas Cage’i son kalburüstü işi diyebileceğimiz bir rolde, Meryl Streep ve aynı filmle Oscar heykelciğini alan Chris Cooper’la izlerken karşımızdaki senaryonun büyüsüne kapılmaktan başka bir çare de kalmıyordu. Spike Jonze, Aşk’ı yazıp yönetirken, Charlie Kaufman’la birlikte yaptığı işlerin kalitesini andıran bir eser meydana getirmiş. Filmin ana kahramanı Theodore, ileriki bir zamanda sipariş üzerine özel mektuplar üreten bir ajansta çalışmaktadır. Teknoloji almış başını gitmiş, öyle ki ileri yapay zeka içeren işletim sistemlerinin olağanüstü becerileriyle son kullanıcıya unutamayacağı deneyimler yaşattığı bir devir hüküm sürmektedir. Theodore boşanmak üzere olduğu eşi, komşusu Amy ve sanal da olsa libidosunu çoğaltan kızlar arasında gidip gelmekte iken, Scarlett Johansson’un hayat verdiği daha doğrusu –yalnızca sesini duyarız– ses verdiği işletim sistemi Samantha’yla aşk yaşamaya başlar. Buradaki derin sevgi çok bilmiş(!) bir işletim sistemiyle insan arasında yaşanıyorsa ne var bunda? Erich Fromm'un sanatsal bir yücelik ekseninde tariflediği aşkta, kişinin aktif ve yaratıcı gücünün kaynağını enerji olarak kabul ediyorsak, insan beynine göre görece hızlı çalışması muhtemel bu ileri çağ icadının da, enerjinin ağababasını ihtiva edeceğine de inanabiliriz.
Yine de, bizi aldatmasın. Vizyona girdiği tarih ve ingilizce olarak “Her” yani “O” olan filmin türkçe adının bizi götürdüğü yer, filmin temel meselesinin üstünü örtebilir. Bilim-kurgu ekseninde kurulmuş olan ilişkiler ağının, aslında insanoğlunun her daim vuku bulan sevgi arayışı, bağlılık ve kendi başınalığına nazire niteliği taşıdığını düşünüyorum. Tam da bu noktada insanın düştüğü durumu, tiyatro yazınımızın özgün kalemi Behiç Ak’ın Tek Kişilik Şehir oyunundaki Adam karakterinin açmazlarına bağlamayı uygun buluyorum. Oyunda; ben merkezli yaşam biçimi, insanın çevresiyle olan iletişimini nasıl sekteye uğratıyorsa, Aşk'ta da gitgide içine doğru kapanmış yalnızlığına gömülmüş Theodore'u, o denli tutsak ediyor. Theodore, insana özgü paylaşımları ve doğal yaşam unsurlarını taşıyan komşusu Amy ile kelimenin tam manasıyla dostluk kuruyor. Bütün o renkli, sanal dünyasından münezzeh anlarını hep bu iletişimin içinde geçirdiği zamanlarda buluyoruz. Yazar-yönetmen Spike Jonze canlı renklerle bezeli şehri filmin arka fonuna konumlandırarak, Theodore’un yaşamının gerçekle olan bağını da flulaştırmış. İzlediklerimizin bize masalsı bir hava aktarımı olarak geri dönmesini sağlayan pespembe bir dünya. Filmde alttan alta işlenen boşanma sürecine yer yer döndüğümüz anları elimizin tersiyle itmek istiyoruz. Mantığımızı zorlasa da, bu aşk ya da adı her neyse iki kişilik iletişimin bir yanının insan diğer yanının ise sanal bir karakter olduğunu kabullenmek istemiyoruz. Filmin gücünü artıran unsur ola ki, Theodore’la birlikte bu serüveni yaşamaktan duyduğumuz sanal keyiften de ileri geliyordur. Sözün özü izlediğimiz karakterin dünyası, çağın insanının dünyası ile bir hayli benzerlik taşıyor. Her ne kadar klasik bir söylem olacaksa da, siber çağın insana özgü özelliklerimizi gitgide yiyip bitirdiğinin ve bu siber olgunun her birimizi pençesine aldığının ayırdına varıyoruz. Biz de, yanıbaşımızdaki kentten, doğadan, birbirimizden uzaklaşma yolunu seçiyoruz. Theodore’un eşi, onun için eskiye özlemin tezahürü. Geleceği değil, çocukluğunun yerini tutuyor. Anlıyoruz ki, hiçbir şey ona da bize de çocukluğumuzu geri getirmiyor. Theodore, onunla birlikte kalacak birinin özlemi ile savruladursun, River Phoenix benim gözümde hep Benimle Kal (Stand by Me) filmindeki yeni yetme çocuk haliyle kalıyor.
Aşk (Her) filminin kayıp ruhu Joaquin Phoenix’i beyazperdede her izleyişimde, ağabeyi River Phoenix’i anarım. Ne zaman Amerikan sinemasının jönlerinin erken-genç ölümlerinden bahis açılsa, James Dean ve Heath Ledger’la birlikte aklıma ilk gelen üç önemli aktörden birisidir. Joaquin Phoenix sanki ağabeyinin mirasını devralmış gibi her geçen gün performansını geliştirerek yoluna devam ediyor. Bundan böyle Joaquin Phoenix’i her izleyişimde bir de Phillip Seymour Hoffman gelecek aklıma. Belki de, son olarak Paul Thomas Anderson’un Usta (The Master) filminde birlikte oynadığı yakın dostunun da ustalığını bir hırka gibi sırtına geçirerek türlü karaktere can vermeye devam edecek. Spike Jonze’un Aşk filmindeki yönetmenliğini ele almadan evvel çılgın kalemşör Charlie Kaufman’la olan ekuri tadındaki işlerini zikretmeli, üç yıl arayla yaptıkları iki sıradışı filmden bahsetmeliyim. Bu filmlerden ilki olan, John Malkovich’in kendi adını da taşıyan John Malkovich Olmak (Being John Malkovich) filminin altından girip üstünden çıktığı değerlerden hangi birini saysam acaba? Melankoliden sürrealizme değin türlü yan temasıyla sinema algısını alaşağı eden bir işti. Sonra, Tersyüz (Adaptation) geldi. Nicholas Cage’i son kalburüstü işi diyebileceğimiz bir rolde, Meryl Streep ve aynı filmle Oscar heykelciğini alan Chris Cooper’la izlerken karşımızdaki senaryonun büyüsüne kapılmaktan başka bir çare de kalmıyordu. Spike Jonze, Aşk’ı yazıp yönetirken, Charlie Kaufman’la birlikte yaptığı işlerin kalitesini andıran bir eser meydana getirmiş. Filmin ana kahramanı Theodore, ileriki bir zamanda sipariş üzerine özel mektuplar üreten bir ajansta çalışmaktadır. Teknoloji almış başını gitmiş, öyle ki ileri yapay zeka içeren işletim sistemlerinin olağanüstü becerileriyle son kullanıcıya unutamayacağı deneyimler yaşattığı bir devir hüküm sürmektedir. Theodore boşanmak üzere olduğu eşi, komşusu Amy ve sanal da olsa libidosunu çoğaltan kızlar arasında gidip gelmekte iken, Scarlett Johansson’un hayat verdiği daha doğrusu –yalnızca sesini duyarız– ses verdiği işletim sistemi Samantha’yla aşk yaşamaya başlar. Buradaki derin sevgi çok bilmiş(!) bir işletim sistemiyle insan arasında yaşanıyorsa ne var bunda? Erich Fromm'un sanatsal bir yücelik ekseninde tariflediği aşkta, kişinin aktif ve yaratıcı gücünün kaynağını enerji olarak kabul ediyorsak, insan beynine göre görece hızlı çalışması muhtemel bu ileri çağ icadının da, enerjinin ağababasını ihtiva edeceğine de inanabiliriz.
Yine de, bizi aldatmasın. Vizyona girdiği tarih ve ingilizce olarak “Her” yani “O” olan filmin türkçe adının bizi götürdüğü yer, filmin temel meselesinin üstünü örtebilir. Bilim-kurgu ekseninde kurulmuş olan ilişkiler ağının, aslında insanoğlunun her daim vuku bulan sevgi arayışı, bağlılık ve kendi başınalığına nazire niteliği taşıdığını düşünüyorum. Tam da bu noktada insanın düştüğü durumu, tiyatro yazınımızın özgün kalemi Behiç Ak’ın Tek Kişilik Şehir oyunundaki Adam karakterinin açmazlarına bağlamayı uygun buluyorum. Oyunda; ben merkezli yaşam biçimi, insanın çevresiyle olan iletişimini nasıl sekteye uğratıyorsa, Aşk'ta da gitgide içine doğru kapanmış yalnızlığına gömülmüş Theodore'u, o denli tutsak ediyor. Theodore, insana özgü paylaşımları ve doğal yaşam unsurlarını taşıyan komşusu Amy ile kelimenin tam manasıyla dostluk kuruyor. Bütün o renkli, sanal dünyasından münezzeh anlarını hep bu iletişimin içinde geçirdiği zamanlarda buluyoruz. Yazar-yönetmen Spike Jonze canlı renklerle bezeli şehri filmin arka fonuna konumlandırarak, Theodore’un yaşamının gerçekle olan bağını da flulaştırmış. İzlediklerimizin bize masalsı bir hava aktarımı olarak geri dönmesini sağlayan pespembe bir dünya. Filmde alttan alta işlenen boşanma sürecine yer yer döndüğümüz anları elimizin tersiyle itmek istiyoruz. Mantığımızı zorlasa da, bu aşk ya da adı her neyse iki kişilik iletişimin bir yanının insan diğer yanının ise sanal bir karakter olduğunu kabullenmek istemiyoruz. Filmin gücünü artıran unsur ola ki, Theodore’la birlikte bu serüveni yaşamaktan duyduğumuz sanal keyiften de ileri geliyordur. Sözün özü izlediğimiz karakterin dünyası, çağın insanının dünyası ile bir hayli benzerlik taşıyor. Her ne kadar klasik bir söylem olacaksa da, siber çağın insana özgü özelliklerimizi gitgide yiyip bitirdiğinin ve bu siber olgunun her birimizi pençesine aldığının ayırdına varıyoruz. Biz de, yanıbaşımızdaki kentten, doğadan, birbirimizden uzaklaşma yolunu seçiyoruz. Theodore’un eşi, onun için eskiye özlemin tezahürü. Geleceği değil, çocukluğunun yerini tutuyor. Anlıyoruz ki, hiçbir şey ona da bize de çocukluğumuzu geri getirmiyor. Theodore, onunla birlikte kalacak birinin özlemi ile savruladursun, River Phoenix benim gözümde hep Benimle Kal (Stand by Me) filmindeki yeni yetme çocuk haliyle kalıyor.
Film Altyazıları
Rebel Ridge (688)
Beetlejuice (306)
Furiosa: A Mad Max Saga (217)
eXistenZ (187)
Kingdom of the Planet of the Apes (149)
Dune: Part Two (144)
The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring (143)
Shooting Stars (138)
Prometheus (132)
A Quiet Place: Day One (123)
Dizi Altyazıları
Slow Horses (529)
Evil (512)
From (180)
The Blacklist (165)
Fargo (137)
Bad Monkey (129)
The Serpent Queen (122)
True Detective (105)
Doctor Who (91)
Fringe (85)