Giriş Kayıt

Sinema tarihinin en unutulmaz performansları


  1. Haberler
  2. Özel Dosya
kuzeydebiryer - 30 Kasım 2017 16:02

1303 

SİNEMA TARİHİNİN EN UNUTULMAZ PERFORMANLARI
TA SİNEMA TOPLULUĞU ÇALIŞMASIDIR


TA Sinema Topluluğu olarak bu çalışmamızda sinema tarihinin unutulmaz oyunculuklarına yolculuk yaptık. Bu özgün çalışmada belirlediğimiz isimler üzerine hazırladığımız yazıları sizin beğeninize sunuyoruz. Bu ankete gelebilecek en büyük eleştiri neden bu oyunculuk bu liste de yer almamış olacaktır. Bunun farkında olarak sizin de hazırlayacağınız çalışmaları listemize eklemeye karar verdik.

Büyük bir emek sonucu hazırladığımız bu ortak çalışmayı umarım beğenirsiniz.




HAZIRLAYANLAR: : kuzeydebiryer - kurt_thewolf - Mr_Nobody - asab26 - kenny_c - abdullaharif - Mert Yıldız - BenYenilmezim - cesuryurek - Divxteam, aydin1972





Jack Nicholson / R.P. McMurphy ( Guguk Kuşu )

resim

Ken Kessey'in California Savaş Gazileri Hastanesi'nde geçirdiği yıllardan hareketle kaleme aldığı kitabından uyarlanmış bu film, büyüleyici karakterleriyle bir adım öne çıkar. Kessey her ne kadar bu filmi asla izlemek istemiyorum dese de (Filmin Kızılderili şefi Bromden'in bakış açısıyla aktarılmaması yüzünden ) 1975 yılında çekilen bu film 5 ana dalda oscar heykelciğine kavuşacaktır. Filmin baş karakteri Mc Murphy için düşünülen ilk oyuncu aslında Kirk Douglas'tı. Filmin haklarını da elinde bulunduran Kirk Douglas'ın yaşının ilerlemiş olması yapımcıları tereddüte düşürmüştü. O yıllarda yıldızı bir hayli parlayan Jack Nicholson bu karakter için uygun bulunmuştu. 1974 yılında rol aldığı Chinatown (Çin Mahallesi) filmindeki J.J. Gittes rolü ile göz dolduran Nicholson için bu film çok cezbediciydi. Bir rivayete göre Jack Nicholson filmin çekimleri başlamadan 2 ay önce gözden kaybolmuş bu role deneyimleyerek kendini hazırlamıştı.

Mc Murpy filmde sistemi sorgulayan kurnaz bir kumarcı olarak karşımıza çıkıyor. Rehebilitasyon merkezine gelmesiyle delilik halini bir düzene koyma güdüsü onu hain hemşire Ratched (Louise Fletcher) ile karşı karşıya getirilecektir. İnsan sinirlerini test etmeye niyetli hemşire karakteri için daha önce Jane Fonda, Faye Dunaway gibi isimlere gidilmiş ama bu karakter için hayır cevabı almışlardı. Louise Fletcher o kadar başarılı bir karşıt karakter ortaya koyacaktır ki filmle birlikte en iyi kadın oyuncu oscarına layık görülecektir. Bu film onun kariyerinin zirvesi olacaktır. Özellikle Mc Murpy'nin sert mizaçlı hemşiremiz ile karşı karşıya geldiği sahnelerde Jack Nicholsan büyüleyici bir performans sergilemiştir. Onun rehebilitasyon merkezinde ki dönüşümü de izleyiciyi kendisine hayran bırakmıştır.




Keanu Reeves / Neo ( The Matrix )

resim

The Matrix'in vizyona girdiği 1999 yılında, filmin tüm dünyada bir fenomen haline geleceğini kimse bilmiyordu. Film vizyona girmesinin ardından sinema camiası ve izleyicileri tarafından bir anda fenomen haline getirildi. Bundaki en büyük pay elbette filmin yönetmenleri ve fikir sahipleri olan Lana ve Lilly Wachowski kardeşlerindir. (O zamanki isimleri Larry ve Andy Wachowski idi) Parça parça değil bir bütün halinde başarılı bir yapım olan Matrix o sene 4 dalda Oscar kazanırken, bu bütünün içinden insanların unutamayacağı Neo karakterini de çıkarmayı başarmıştır.

Thomas Anderson, diğer bilinen adıyla Neo yaşadığı dünyayı sorgulayan, içinde hissettiği eksikliği doldurmak için soru soran ve bu sorunun cevabının peşine düşen arayış içerisindeki bir insandır. Bu arayışının ne olduğunu çok iyi bilsede, kendisini nereye götüreceğini bilmemektedir. Korsan kişiliği olan Neo sayesinde bu soruyu sadece kendisinin sormadığını öğrenen Thomas Anderson kaçınılmaz olanın peşinden giderek kendini makineler ile insanlar arasındaki bir savaşın tam ortasında bulur.

Konusu itibariyle çok dağınık görünen filmin odağı şüphesiz Neo karakteri. İşleyiş sadece bu karakter üzerinden yürümesede tüm konuların birleştiği karakter Neo olduğu için bu karakterin filmde çok iyi harmanlanması gerekiyordu. Lana ve Lilly Wachowski kardeşlerin projesi çoğu yapımcıya ve oyuncuya karmaşık geldiğinden filmi yapmak için gerekli desteği bulamadılar. Ellerindeki imkanlar o zamanın şartlarına ve diğer büyük bütçeli yapımlara göre çok kısıtlı olmasına karşın hayata geçirecekleri fikir yepyeni ve daha önce denenmemişti ancak ünlü isimlerle anlaşabilecek durumda değillerdi. Neo karakteri için Keanu Reeves seçildi. Keanu Reeves bu rolü o zamanlar lösemi olan kız kardeşine yardımcı olabilmek için kabul etti. Ayrıca oyunculuk sahnesinde Speed filmi ile yakaladığı başarıyı yavaş yavaş kaybetmeye başlamış, ismini yeniden duyurabileceği iyi bir filme ihtiyacı vardı. Neo rolü için Uzak Doğu savunma ve dövüş sanatları öğrendi. Aylar süren idmanlarla Neo rolünün aksiyon sahnelerine hazırlık yaptı. Matrix öyle bir filmdi ki, Wachowski kardeşler daha önce yapılmamış şeylerin denenmesini hatta yapılmasını istiyorlardı. Neo öyle bir karakterdi ki, hem duygusal yükü çok ağır olmalıydı hem de tavşan deliğine düşmüş Alice gibi aval aval bakmalıydı. Bunların yanında her şeyi riske edip, hayatını hiçe sayacak kadar da korkusuz olmalıydı. Hem yakın mesafe dövüşebilecek, hem de her türlü silahı kullanabilecek bir asker olmalıydı. Kısacası hayatta gördüğümüz her türden insan karakterlerini barındırıp bunu ekrana ve izleyicilere yansıtabilecekti. İşte tüm bu saydıklarımızı Keanu Reeves gerçeğe dönüştürdü. Filmin ardındansa sadece bir sahne konuşuluyordu, o da Neo'nun kurşunlardan kaçma sahnesiydi... Neo karakterinin ve Keanu Reeves'in bu kadar başarılı olmasının sebebi sadece kendisi değil, filmdeki her yapı taşının muazzam olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun farkında olan Keanu Reeves, filmin ardından bu filmden kazandığı parayı kız kardeşinin lösemi tedavisi için harcamış, geriye kalan kısmını ise set çalışanlarına ve filmde rol icabı gerçekten dövdüğü figüran oyunculara dağıtmıştır.




Brad Pitt / Tyler Durden (Fight Club)

resim

Dövüş Kulübü vizyona girdiği dönem itibariyle çok fazla rakibi olmasına rağmen aralarından sıyrılabilmiş bir efsanedir. Dillere dolanan ve hala hafızalarımızdan silinmeyen yüzlerce aforizma barındıran film, konusu itibariyle de elde ettiği başarıyı sonuna kadar hak etmiştir. Filmin bu kadar sevilmesinin sebeplerinden biri belki de bizi anlatması olabilir. Modern insanlığın en büyük problemlerinden birini yüzümüze vurmaktadır. İnsanoğlunun kendini gerçekleştirememe sorunu eleştirel bir dille anlatılmış, kendi potansiyelimizi ihtiyaç alanlarında kullanamayıp, basit, gereksiz ve ihtiyacımız olmayan alanlarda kendimizi tatmin ediyor olmamıza vurgu yapılmıştır.

Esas kahramanımız Tyler Durden de bu anlatımın baş rolünü üstlenmiştir. Üretim toplumundan tüketim toplumuna geçiş aşamasında modern dünyanın yön verdiği ekonomik gelişmelerin sadece belli bir kesme olumlu yansıması sonucunda yaşanan gözle görülmeyen bir savaşın dışa vuran anti-kahramanıdır Tyler Durden. Kahramanımız, film boyunca insani değerleri yok eden bu sisteme sürekli eleştiriler getirmekte ve tüm insanlığın gerçeği görmesi için farklı bir toplanma amacı olarak tesadüfen keşfettiği Dövüş Kulübü'nü kurmuştur. Başarılı da olmuş ve nihai amacını gerçekleştirmiştir. Kapitalizmin ele geçirdiği topluma karşı baş kaldıran ve peşinde yüzlerce insanı sürükleyebilen bir karakterin sonu ise hayalcilikten gerçekçiliğe geçiş gibi sert ve -maalesef ki- isabetli olmuştur.

Tyler Durden rolü için yapımcılar tarafından önce Russel Crowe'nin adı önerilmiş ama Brad Pitt'te karar kılınmış. Bradd Pitt bu karakteri öyle iyi oynamış ki başka herhangi bir oyuncuya bu rolü yakıştıramıyorum desem yeridir. Sean Penn ve Matt Damon da Anlatıcı rolü için denenmişler ama burada da rolü Edward Norton kapmış. Helena Bonham Carter'ın başarıyla oynadığı Marla karakteri için de Reese Witherspoon,Courtney Love, Winona Ryder ve Sarah Michelle Gellar isimleri yapımcıların önerisi olarak sunulmuş ama neyse ki bence bu rolü en iyi oynayabilecek isim de anlaşılmış.




Ronald Lee Ermey / Gunnery Sergeant Hartman / Full Metal Jacket)

resim

''I Want You for U.S. Army'' posterleriyle Amerikalı gençlerin Vietnam istalasına çağrıldığı dönemi en güzel anlatan filmlerden biri olan Full Metal jacket. Film tokat gibiydi evet ama akıllara zarar bir karakter olan Gny. Sgt. Hartman ve ona hayat veren eski ordu mensubu R. Lee Ermey ise atom bombası gibi. Filmde bir kere gözünü kırpmaması, asla takılmadan M-60 makinalı tüfeği gibi konuşma şekli, ettiği değişik küfürler ve çakı gibi duruşu ile bir asker nasıl olmalı sorusunun yanıtını veren bir karakter. Yine de disiplin mi? özgürlük mü? veya klasik yöntemler mi? modern yöntemler mi? soruları insanın aklına gelmiyor değil.

Yıllar sonra Lock n' Load with R. Lee Ermey ve Gunny Time isimli tv şovlerı ile gönlümde taht kurmuş ilginç bir adamdır.





Heath Ledger / Joker (Kara Şövalye )

resim

Bu yaz gösterime girecek olan Justice League (Adalet Birliği)’de “senin süper gücün ne?” sorusuna “zenginim” diyerek cevap veren Bruce Wayne namı diğer Batman’in en azılı düşmanı Joker’e 1989 yılında hayat veren Jack Nicholson o kadar başarılı olmuştu ki yıllar boyunca pek çok Batman filmi yapılmasına rağmen beyazperdede başka bir Joker performansı izlememiştik. Ta ki bazı çevrelerce bu dünyadan olmadığına inanılan Christopher Nolan müthiş Batman üçlemesinin ikinci ayağı olan The Dark Knight’ı çekene kadar. 2001’deki Knight’s Tale’de düzenbazlıkla kendini şövalye yapan uçarı ve cesur William karakteri ile dikkatleri üzerine çeken Heath Ledger, bu kez gizemli ve travmatik bir geçmişe sahip Joker’in, insanları kolayca manipüle edebilme yeteneği, acımasızlığı ve zaman zaman korkutucu olabilen tuhaf ancak eğlenceli mizah anlayışıyla gönlümüzün Kara Şövalyesi Batman’in en azılı, en büyük düşmanı olduğunu bizlere son derece başarılı bir performansla göstermiştir.

Ancak ne yazık ki, hiç kimse daha film gösterime bile girmeden bu muhteşem yeteneğin henüz 27 yaşındayken aramızdan ayrılacağını düşünmemişti. 2008’in Ocak ayında resmi ölüm sebebi kaza eseri aşırı doz ilaç kullanımı olarak kayıtlara geçse de genç yaşta hayatını kaybeden her yetenekli insanda olduğu gibi Heath Ledger’ın ölümü üzerine de pek çok teori üretildi. 2009 Akademi Ödüllerinde 6 dalda Oscar’a aday olan The Dark Knight, geceyi 2 ödülle kapattı ve bunlardan biri En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Heath Ledger’ın idi. 1976 yapımı Network’deki performansıyla En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazanan Peter Finch’in ardından ölümünden sonra Oscar kazanan ikinci aktör olarak sinema tarihine geçen Heath Ledger’ın hayat verdiği Joker de en unutulmaz performanslardan biri olarak sinema tarihindeki yerini aldı.





Sylvester Stallone/Rocky (Rocky)

resim

Sylvester Stallone deyince aklımıza gelen ilk isim ya Rocky ya da Rambo’dur değil mi? Kaçımız küçükken arkadaşlarımızla boğuşurken kendini Rocky, karşısındakini Apollo yapmıştır kim bilir. Stallone, sinema tarihinin en dayanıklı, en inatçı ve belki de bu yüzden en büyük boksörü “İtalyan Aygırı” Rocky Balboa’yı hayatının en dibe vurduğu döneminde, tabiri caizse açlıktan ağzı kokacak hale geldiği bir zamanda, Muhammed Ali ve Chuck Wepner’in yaptığı boks maçında Wepner’in sergilediği inanılmaz performansı izledikten sonra yaratmıştır.

Rocky’nin hayata geçirilmesi de en az Rocky’nin hayatı kadar meşakkatli olmuştur. Zira Stallone’nun yazdığı senaryo yapımcılar tarafından kabul edilmiş ancak başrolde onun oynamasını istememişlerdir. Çünkü küçük yaşta geçirdiği kısmi yüz felci sebebiyle Stallone’nun ağzında meydana gelen kalıcı şekil bozukluğu sebebiyle konuşması da çok düzgün değildir. Fakat Stallone aynen yarattığı Rocky karakteri gibi asla pes etmeyen, inatçı bir kişiliğe sahip olduğu için sonunda başrolde kendisinin olduğu Rocky filminin yapılmasını sağlamış ve pek çok defa reddedilmesine sebep olan o konuşma bozukluğu ve yüz mimikleri ile “Adriaaaan” diye haykırışı filmin vizyona girdiği 1976 yılından itibaren fenomen haline gelmiştir. Rol yapamaz diyenlerin inadına Rocky’deki rolüyle o sene En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ına aday olmuş ancak altın heykelciği ödül töreninden birkaç ay önce hayatını kaybeden Peter Finch, Network’deki performansıyla kazanarak ölümünden sonra Oscar alan ilk aktör olmuştur. Her ne kadar kendisi aktör olarak ödülü alamasa da Rocky, çok güçlü rakipleri arasından sıyrılarak En İyi Film Oscar’ına uzanmayı başarmıştır.

İlk filmden sonra 6 devam filmi daha çekilen Rocky’nin son filmi, Apollo Creed’in oğlu Adonis’in hikayesinin anlatıldığı 2015 yapımı “Creed”de bir kez daha ve muhtemelen son defa Rocky Balboa olarak karşımıza çıkan Stallone bu rolüyle 2016 En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Altın Küre ödülünü kazanmıştır. Aynı yıl Oscar’a da aday gösterilmiş ancak kör talih altın heykelciği yine bir başkasına vermiştir. Olsun, sinemaseverlerin gönlünü kazanan Rocky bizim gözümüzde her zaman şampiyondur.

1977 Akademi Ödülleri Töreninde Sylvester Stallone, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü açıklamak üzere sahneye çıktığında Muhammed Ali sürpriz yaparak arkasından gizlice sahneye gelmiş ve seyirciye güzel bir mizansen sunmuşlardır. İzlemek isteyenler için link aşağıda:






Michael Reilly Burke / Ted Bundy (Ted Bundy

resim

Ted Bundy filmi, adını taşıdığı, Amerika'da ilk kez "seri katil" teriminin kullanılmasına sebep açan katilin cinayetlere başladığı zamanı ve sonrasını konu almaktadır. Hala bu şahıs üzerinde yapılan en iyi filmdir ve Michael Reilly Burke, filmdeki inanılmaz performansıyla, size o merak ve tiksinti uyandıran havayı vermektedir.




Gene Kelly / Don Lockwood / Singin' in the Rain

resim

Muzikal Film izlemek kimine göre sıkıcıdır ,kimine göre bir işkence çeşitidir ,hatta bende işkence çeşiti olduğunu düşüyor idim .Sonu gelmez şarkılar , acayip acayip danslar , çoğu kişinin bu türden sıkılmasını sağlayan bir sürü şey . Ta ki "Yağmur Altında Islanmak'ı" izleyince sinemanın büyüsü kapılana kadar bende öyle düşünüyordum..Hem romantik anlamda hem komedi olarak çok iddialı bir yapım .İzleyene hayattan keyif almasını sağlayacak bir sürü detay vaat ediyor .Gene Kelly'in filme de adını veren Yağmur altında ki dansı sinema tarihi açısından muazzam bir nokta .
Kahramanımız Sevdiği kızı evine kadar götür ,kız öpücük verir o andan sonra o kadar kendinden geçer ki ne yağmuru ne polisi ne kıyafetini önemser .Tabii ki kadar yağmur altında dans ettikten sonra ise hasta olup , filmi hasta hasta bitirdiği söylenir.





Anthony Hopkins - Dr. Hannibal Lecter - The Silence of the Lambs (Kuzuların Sessizliği)

resim

Hannibal ile Kuzuların Sessizliği...

İlk çıktığında bir seri katilin maceraları ve yaşadıkları kesinlikle ilgimi çeken kriterler olmadı. Sadece film ve konusu pek ilgimi çekmediği için maalesef uzun bir süre Kuzuların Sessizliğinden uzak kaldım. Ama Anthony Hopkins'in filmlerindeki o ruhuna yansıttığı ve yaşattığı duyguları çocukluğumdan beri sevmişimdir. Çünkü oyuncu karakterlerine yaşayan biri olarak can kattığını biliyordum. Bunun için bu adamı severdim. Uzun bir süre seyretmediğim bu filmin başlangıcını anlatan Hannibal Doğuyor filmiyle öyle bir U dönüşü yaptım ki (oyuncuyu da sevdiğimden dolayı) hata ettiğimi hemen izlemeye koyuldum. Üç filmini de izledim. Ancak ilk filmin performasyonu beni diğer filmlerinden çok öte etkilemiş oldu. Sonuçta bu adamın yani seri katilin geçmişini de biliyordum ki işte o zaman Hannibal'in karakterine bürünüp onunla özdeşleşerek izlemenin keyfini yaşadım. Özellikle karakterin bir kadını severken ki iç dünyasına bayıldım. Çünkü bu kadınları geçmişinde en çok sevdiği kişiyi hatırlatan kadınlara dokunmuyordu. Bu ince bir ayrıntıydı. Hannibal'in slogan gibi söylediği "Sen Benim Gibisin" sözü idi. O ruhsuz, katıksız saf kötülüğünü her daim gözleriyle yansıttığı ama kimsenin bilmediği o sırrı kendine saklayan geçmişinin ruhunu alıp götürerek karanlığa bıraktığını da kimse görmedi. Buna asla izin vermedi.

Sürprizbozan: Göster


Bu filmin çekilmesindeki gerçeklik payı var mı? Evet, var. Albert Hamilton Fish. Kendisi ABD'li seri katil, yamyam; Gri adam, Wysteria'nın kurtadamı, ve Brooklyn vampiri adıyla anılan nam-ı diğer seri cinayetleri yapan adam. Aynı zamanda bilinen en yaşlı tek seri katilidir. Şimdilik. Kendi öz geçmişi Hannibal ile örtüşür ancak bazı şeyler hiç örtüşmemektedir. Mesela Albert, çocukları alıp tecavüz eden, onlara işkence edip öldüren bir katildi, denilebilir. Ancak bu seri katil sonradan idam edilirken söylediği şey ürperticidir.

Albert "bu zevki tadacağım için mutluyum" demesi kadar ürpertici ne olabilir?

Anthony Hopkins, Hannibal karakterine öyle bir ruhla bütünleşip hayat verdi ki bu onda sadece Hannibal karakterine büründüğünde üzerinde kaldı. Kalacak da. Benim gözümde Anthony Hopkins, bir Hannibal oldu. Hiç bir oyuncu böyle bir performasyon gösteremez, kolay kolay.

Kendimle özdeşleştirdiğim taraf ise bir kişinin diğer bir kişiye olan bağlılığından ötürü yaşayan bir ölüye dçnüştüğünü gösterebilmesi zordur. Anthony Hopkins bunu başardığını gördüm. Ve neden ilk ilgimi çekmediğni de anladım.

Neden? Çünkü
Sürprizbozan: Göster





Russell Crowe / Maximus / Gladyatör

resim

Bir ordu komutanlığından kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir adam düşünün.
Kolezyumda "İspanyol" tezahüratları ile Roma imparatoruna kafa tutan bir gladyatör.
Kuzey orduları kumandanı , roma tümeni generali , imparator Marcus Aurelius’un sadık
yardımcısı ve ona düzenlenen suikast ile sürgüne uğrayan bir kumandan.
Tüm bu olanların üstüne ailesinin katledilmesi ile intikam yemini eden bir baba , sadık bir eş , bir köle.
Onun adı Maximus Decimus Meridius.

Gladyatör filmi Los Angeles'ta düzenlenen 73. Oscar film ödüllerinde 5 dalda oscar almayı başardı.
Elbette bunlar içinde en önemli 2 ödülünde sahibi oldu.
En iyi film oscarının yanı sıra En iyi erkek oyuncu ödülünün sahibi olan alan Russel Crowe performansının karşılığını fazlasıyla aldı diyebiliriz.




Marlon Brando / Terry Malloy / On The Waterfront

resim

"Şimdi belli bir seviyede olabilirdim. Şampiyonluk için mücadele edebilirdim. Bir serseri olmak yerine belli bir kimliğim olurdu hiç olmazsa Şu an sadece bir serseriyim bunu ikimizde kabul edelim.

New York tersanelerindeki çeteciliği açığa çıkaran, Malcolm Johnson tarafından yazılmış "Rıhtımlar Üzerinde Suç" başlıklı yazıdan esinlenerek senaryolaştırılan unutulmaz bir filmdir. 2. Dünya Savaşı sonrası Amerikası'nda baş gösteren anti komünist hareket bu filmi de etkileyecektir. Filmin yönetmeni Kazan daha önce Amerikan Karşıtı Etkinlikler Komitesi'nde tanık olarak ifade verince filmi senaryolaştırması için ortak çalışacağı oyun yazarı Arthur Miller projeden çekilir. Özellikle sinema çevreleri Elia Kazan'ı bu tutumundan dolayı yoğun bir eleştiriye tutarlar. Rıhtımlar Üzerinde bu açıdan bir özür filmidir.

Marlon Brando'nun adeta bir yıldız gibi parladığı Rıhtımlar Üzerinde; köşe başlarını tutan Şahinlerin, ekmek peşinde olan güvercinleri nasıl sömürdüğünü sinemasal bir dille anlatıyor. Eski bir boksör olan Terry Malloy tersane işçilerini gaddarca yöneten sistemin en tepesinde ki J. Friendly'nin tabancalarından biri iken kız arkadaşının abisinin ölümyle büyük bir değişime uğrar. Bu kötücül sisteme karşı bir baş kaldırı öyküsünü canlandırırken Marlon Brando unutulmaz bir oyunculuk sergileyecektir. Terry'nin bir taksinin arka koltuğunda Charley'le yüzleşmesi filmin en bilindik sahnelerinden biri olarak sinema tarihinde ki yerini alacaktır.

8 oscar ödülüne ulaşan bu film vicdan muhasebesi, baş kaldırı gibi unsurlarla anılmaya devam Marlon Brando'nun eşsiz performansı günümüzde de akıllarda yer etmektedir.




Mel Gibson / William Wallace / Brave Heart

resim

13 yüzyılda İngiliz imparatorluğunun sömürgesi altında yaşayan İskoç Halkı baskı ve zulüm ile sindirilmiş bir haldedir. Kral her türlü haksızlığı yaparken halk en küçük bir direnişte bile bulunmayı göze alamayacak derecede sessiz kalmıştır. Ama zulüm bununla bitmez ve İngiliz soylulara, yönetimi altında bulunan bölgelerde yaşayan İskoç halkından yeni evlenen kadınlarla ilk gecesini kocası yerine kendileri geçirmesi hakkını vermiştir kral. Kendi halinde yaşayan William ise bu kuralı bildiğinden küçüklükten beri sevdiği kızla gizli bir şekilde evlenir. Yaşadığı köy bölgenin soylu askerleriyle dolduğu bir sırada ingiliz askeri karısında tecavüz etmeye kalkışır. William bu tecavüz olayını engellemek ister fakat olaylar hiç beklemediği şekilde gelişir ve karısı Murron talihsiz bir şekilde öldürülür. Bundan sonrası intikam alma olayına dönüşür. Fakat olayların gelişimiyle William Wallace kendini bir anda özgürlüğünün peşinde koşarken ardında binlerce iskoçlu ile İngilitereye karşı inanılmaz bir direniş sahnesinde bulur. Artık bundan sonrası ölüm kalım savaşıdır. Tek isteğidiği ise özgürlüktür. yayınlandığı 1995 yılından bu yana en çok izlenen ve hakkında en çok konuşulan film olan Brave Heart bir çok filme ilham kaynağı olmuş ve bu başarısını da 5 dalda Oscar alarak tescillemiştir. Yönetmen ve başroldeki Mel Gibson'ın sinema tarihindeki en büyük başarısı olan Brave Heart izleyenlerin hafızasına William Walalce adında mükemmel bir film karakterini kazımayı da başarmıştır.




Kemal Sunal / İnek Şaban ( Hababam Sınıfı )

resim

Herkes tarafından sayısız kez izlenmiş, defalarca izlenmesine rağmen televizyon ekranında her gördüğümüzde bir kez daha izlediğimiz, zaman geçtikçe unutulan değil şarap misali yıllanan, değerlenen, o günleri, oyunculukları, oyuncuları özleten bir yapım düşünün. Bu öyle bir yapım olsun ki, başarısını tek bir karakter üzerinden ya da birkaç karakter üzerinden değil hemen hemen rol alan tüm karakterleri üzerinden yakalamış olsun. Bir de üzerinden en az 40 yıl geçmiş olsun. Aklınıza kaç tane film geldi? Çok değildir. Hepimizin aklına gelen ilk yapımlardan bir tanesidir Hababam Sınıfı...

Rıfat Ilgaz'ın 1957'de kitap haline getirdiği ve 1975 yılında Ertem Eğilmez tarafından sinemaya uyarlanan Hababam Sınıfı'nın en gözde karakterlerinden biri kuşkusuz İnek Şaban'dır. Karakterin gerçek ismi Şaban Darsübekoğlu'dur. Ancak filmde olmasada romanda çalışkan bir karakter olan Şaban'a arkadaşları tarafından İnek lakabı takılmış ve herkesçe bilinen ismiyle İnek Şaban haline gelmiştir. 6 Edebiyat B sınıfının 323 numaraӀı öğrencisidir. Bu karaktere can veren oyuncu ise Yeşilçam'ın unutulmaz ustası Kemal Sunal'dır. Daha doğrusu İnek Şaban'ı İnek Şaban yapan, canlandırdığı karakter ile 40 yıldan fazladır evlerimize konuk olan, bizleri güldüren, güldürürken düşündüren, yeri geldiğinde ağlatan kişi Kemal Sunal'ın kendisidir. Rolü gereği sakar, şapşal, sinsi, hain, fesat, saf, komik, üzgün, cin fikirli, aşık ve daha sayamadığım her türlü duyguyu yaşayan ve yaşatan, kendini rolü ile herkese ama herkese sevdiren usta oyuncunun bu başarısının bir sebebi de rolünde değil kendi karakterinde gizlidir. Kendi sözleri ile de bunu dile getiren Kemal Sunal basit tabirle bir halk adamıdır. Halkın içinden biridir. Toplumun yaşayışını ve değerlerini iyi bilmesi, yine kendi tabiri ile sırtını halka dayaması sayesinde bu rol ve diğer canlandırdığı roller her zaman benimsenmiş ve unutulmazlar arasına girmesine sebep olmuştur. Günümüz komedilerinde canlandırılan şakşabanlıklardan uzak, saf oyunculuk gördüğümüz içindir bu başarı. Hababam Sınıfı için şöyle de güzel bir hatıra vardır. Oyuncu seçimleri için sokaklara ilanlar asılmış ve seçmeler gelen oyuncular arasından yapılmıştır.



Kemal Sunal'ın canlandırdığı İnek Şaban karakteri o kadar benimsenmiştir ki, Hababam Sınıfı ile alakası olmayan pek çok farklı yapımda bile rol aldığı karakterlerin isimleri çoğunlukla Şaban olmuştur. Halk onu Kemal Sunal olarak değil, Şaban olarak bilmektedir çünkü. Hatta bu konu ile ilgili şöyle bir yaşanmışlık da mevcuttur. 1984 yapımı Atla Gel Şaban filminde Kemal Sunal'ın canlandırdığı rolün adı Niyazi'dir. Filmde de Şaban isminde hiçbir karakter bulunmamaktadır ancak filmin adı Atla Gel Şaban'dır. Kemal Sunal'ın bu konuyla ilgili şöyle bir konuşması mevcuttur.
Alıntı:
...bundan sonra filmlerde Şaban adını koymasak bile, değişen bir şey olacağını zannetmiyorum. Millet Şaban olarak biliyor. Bu yıl, firma yanlışlık yaptı. Film adım Niyazi. Adının Atla Gel Niyazi olması lazım. Afişler, lobiler hepsinde Atla Gel Şaban oldu. Seyircilerden bir kişi çıkıp da, filmdeki adın Niyazi, afişte Şaban, demedi. Farkına bile varmadı. Kemal Sunal’ın adı, Niyazi olsa ne olur, Şaban olsa ne olur?

Türk Sineması'na emeği geçen tüm o emektarlara saygıyla...






Chloe Moretz - HitGirl - Kick Ass



resim

Önceki filmlerdeki performasyonu ile ilgimi çeken Chloe Grace Moretz, bu filmi ile beni benden alan tek rolü oldu. Ondan sonra ki filmlerde ve önceki filmleri izlediğimde ise yine çok hayran kalmasam da bu kızda gerçek anlamda bir yetenek olduğunu hissettim. Favori oyuncularımdan ilk sıraları kendisi aldı. İkincisi ise Jodelle Ferland. Neyse...

Kick Ass filmi ilk zamanlarda yine ilgimi çeken bir yapıt değildi. Sonraki zamanlarda Hit Girl karakterinin farklı bir yanı olduğunu görünce filmi izlemeye karar verdim. İlk sahneler pekala karakterleri tanıtmak amacıyla olduğundan insan sıkılırken iş HitGirl karakterine gelince işin seyri tamamiyle değişiyor. HitGirl, babasının onu yetiştirme tarzı ile kızın karakteri acımasız, korkusuz, kesip biçen, hiperaktif biri haline geliyor. Babası onu ne kadar insan öldürme konusundan uzak tutsa da HitGirl'e bürününce öldürmekten asla çekinmiyor. Ona göre babası daha merhametli olması bir nevi yanlış ancak kendisine baktığında "masumlar hariç herkesi öldürmek mübahtır, benim için" diyen HitGirl, adını Kick Ass diye tanıtan genç bir adama yardımdan da asla çekinmez. Ancak genç adamın pekala pek de kahraman olacağı bir yanı yoktur.

İşte bu karakteri ile bütünleşmeyi başarabilen Chloe, bana tattırdığı o zevki, heyecanı, acımasızlığı, gücü ama aslında zayıf yanını da görmeden edemedim. Her bir duyguyu o kadar iyi tattırdı ki 12 yaşındaki bir çocuğu değil de büyümüş bir kızı izliyor hissine kapılıyorsunuz. Asla "daha çocuk, hiç mi korkmuyor?" diyemiyorsunuz çünkü içindeki çocuğun korkusunu da insana öyle bir tattırıyor ki bazı sahnelerde bunu görebiliyorsunuz.

Benim düşüncem ya da en basiti incelememden şunu keşfettim. Bu kız yani Chloe'nin karakterinde de böyle bir yan var ki bu kadar bütünleşebildi. İkinci filmi de güzeldi ama karakterine yakışmayan bazı noktalar var ki zaten yine gerçek kimliğine büründü HitGirl. Sadece normal olmanın nasıl hissettirdiğini yaşamak istedi. O kadar...

Ayrıca Chloe, bu filmi çevirirken genel dövüş sanatları dersi de aldı. Çok ciddi ve disiplinli bir çalışma sayesinde az zamanda ne kadar iyi olunabileceğini de kanıtlamış oldu. Çoğu tehlikeli hareketleri bile kendisi yapmış, dublör kullanmamıştır. Zaten ciddi ve disiplinli bir çalışmayla o tehlikeli hareketleri yapmadan duramazdı diye düşünüyorum. Dublörü de kendisine neredeyse benziyor. Yanlış hatırlamıyorsam eğer dublörü bir Çinli'ye benziyordu.

Sizinle paylaşmadan rahat olamayacağım bir konu daha var. Yaşamında bir kere Kore'ye ziyarete gider ve orada küçük bir oyunculuk sergiler. Burada bile ne kadar yetenekli olduğunu görebilir ve aslında kişisel olarak mütavazi bir kişiliğe sahip olduğunu görebilirsiniz. Dürüst, kibar ve sade...






James Stewart / George Bailey / It's a Wonderful Life

resim

1930'ların It Happened One Night (Bir Gecede Oldu, 1934), Mr. Deeds Goes To Town (Bay Deeds Şehre Gidiyor, 1936), You Can't Take it With You (Para Beraber Gitmez, 1938) gibi klasikleşen filmlerinde sokaktaki adamı konu alan Frank Capra'nın savaş sonrası döneme ait bu ilk filmi, sıradan insanların erdemleri kadar, gerçekleşmeseler bile mütevazi düşlerin değerini de açıkça ortaya koyar. Film konusunu Philip Van Doren Stern'in bir noel katpostalı üzerine yazdığı hikayeden (The Greatest Gift-En Güzel Hediye) alır.Savaş yorgunu James Stewart, filmin kahramanı olan, sorumluklar altında ezilmiş genç adam rolünü neredeyse geri çevirecekti.
1946 yılında gösterime giren hem olumlu hem de olumsuz eleştiriler alan film, yine de beş dalda Oscara aday gösterildi. (En İyi Film ve En İyi Erkek Oyuncu da dahil.) Ama hiç bir kategoride ödül kazanamadı. Bu filmin değerinin tam olarak anlaşılabilmesi için sık sık gösterilmesi mi gerektiği yoksa sadece yanlış zamanda mı yapılmış olduğu hala tartışma konusu. 1960'lı yıllar itibariyle filmin telif süresinin dolması, "kamuya mal olmuş" versiyonun televizyonlarda ucuza ve sık sık dağıtılmasının kapılarını açtı. 1970'li yıllarda devlet televizyonları, filmi, özel kanalların maddiyatçı tatil programlarının karşısına koyarak, filmi pek o kuşak için duygusal anlamda bir mihenk taşı olma niteliğini güçlendirdi.

Zayıf, uzun boylu, iyi kalpli George Bailey (James Stewart), Connenticut'ın küçük bir kasabası olan Bedford Falls'da büyür ama dünyayı gezmeyi hayal eder. Ne var ki görevleri, George'un hayalini gerçekleştirmesini sürekli engeller. Özgürlüğünden yoksun oluşunun tesellisi olan şeyler güzel Mary'yle (Donna Reed) evlenmesi, ilerleyen süreçte de ailesi ve Bedford Falls'un çalışkan insanlarına kendi evlerini satın alabilmeleri için yardım etmesidir. Sonunda işleri iyice kötüye giden ve aç gözlü kasaba bankaçısı Bay Potter'ın (Lionel Baryymore bundan daha itici bir karakter oynamadım) haciz tehdidiyle karşı karşıya kalan George'un sırtında ki yükler, kendisine o kadar ağır gelmeye başlar ki kasabadaki köprüden atlayarak intihar etme girişiminde bulunur. Ama bir mucize olur: George'a dileği gerçekleşip de hiç yaşamamış olsaydı kasabanın ne durumda olacağını göstermek üzere cennetten Clarence (Hanry Travers) adında bir melek gönderilir. İntiharı, ancak George kendi değerine ikna olursa gerçekleşmemiş kabul edecek, kasaba ancak o zaman normale dönecek ve ikinci sınıf bir melek kanatlarına kavuşacaktır.
Şahane Hayat, yapımının gerçekleştirilmesi üzerinden altmış dört yıl geçtikten sonra, "Ya öyle olsaydı." düşüncesini akıllara getirerek verdiği umutlu mesajla halâ tatil günlerinin favori filmi olma niteliğini koruyor. Film, aslen aşk, cinsellik ve topluma dair gözlemleri dile getiren hızlı ve sivri diyaloglarla dolu, hoş ve uçuk bir screwball komedi. Mizah kalitesinin bu denli yüksek oluşu özellikle, senaryoya katkıda bulunan ama adları geçmeyen Dalton Trumbo gibi isimler sayesindedir. Film, renklendirme çılgınlığının ilk kurbanlarından biri olunca gerek Capra gerekse Stewart buna büyük tepki gösterdi çünkü bu film her ikisininde gözdesiydi.




Şener Şen / Baran ( Eşkıya )

resim

Ünlü yönetmen/senarist Yavuz Turgul ile ünlü oyuncu Şener Şen'in birlikteliği 1970 li yıllara kadar uzanır. Bu Yeşilçam duayenlerinin her bir yapımı unutulmaz eserler olarak hem tarihte hem de hafızalarımızda silinmemek üzere yer almıştır mutlaka. Birini diğerinden üstün tutmak mümkün değildir. Hem yönetim olarak hem de oyunculuk olarak. Yine de, bana göre bu yapımlardan bir tanesi diğerlerinden ayrı bir yere sahiptir. Eski Yeşilçam ile şimdiki Türk Sineması kavramlarının ayrım noktasında yer alan bu yapım 1996 yılı yapımı olan Eşkıya'dır.

Senaryosu ve yönetmenliği Yavuz Turgul'a ait olan bu eserin başrolü Şener Şen'in canlandırdığı, eskilerde bir eşkıya olan Baran'dır. Baran, geçmişin doğusunda eşkıyalık yaparken yakalanan ve hapiste 35 yıl yatarak cezasını tamamlayan, eski toprak bir Anadolu insanıdır. Cezasını tamamlamasının ardından köyüne dönsede artık hiçbir şey bıraktığı gibi değildir. Köyü baraj suları altında kalmış, hapisten önce sevdiği kız olan Keje çocukluk arkadaşı Berfo ile evlenmiş ve İstanbul'a yerleşmiştir. Geride bir şey kalmadığını gören Baran'ın elinde ise sadece 35 yıl önce kendisini ihbar ederek yakalatan Mustafa'nın peşine düşmek ve hesap sormak kalmıştır. O da İstanbul'un yolunu tutar.

Filmde esas olayların yaşanacağı İstanbul'a gelmeden önce olayların başlangıç noktası olan yerlerden bahsetmek hem film için hem de Baran karakterinin profili için çok önemlidir. İsmi Eşkıya olsa da, Baran çalıp çırpma derdinde olmayan, yiğit, namuslu ve yardımsever biridir. Dedik ya Anadolu insanı diye. Ne olursa olsun işlerini hep inandığı ve doğru olduğunu bildiği şekilde halleden biri. İstanbul'a gelmesiyle birlikte hem görünüşü, hem de hayat felsefesi sorgulanan hatta hor görülen biri. 35 yıl hayattan uzak kalışıyla değişen dünyayı çözmeye uğraşırken bu arada da kendine yardımcı olanları korumaya çalışan, aklının bir köşesinde de hesap sorulması gereken it/kopukların çetelesini tutan, insanları görünüşleri ya da yaptıkları işle değerlendirmeyip karakterleri ile değerlendirebilecek kadar da insan sarrafı. Filmde Uğur Yücel'in canlandırdığı Cumali karakterini kötü işler yapsa da evladı gibi seven ve Cumali'nin hayatı için biricik aşkı Keje'den ve intikamından vazgeçebilecek kadar vakur, ama onun bu vakurluğu karşısında affettiği çocukluk arkadaşı/can düşmanı yüzünden ölen Cumali'nin kanını yerde koymayacak kadar da sözüne sadıktır. Bu karakter belki gerçek hayatta yoktur ama herkes kendinden bir parça bulabilir. İyilik, kötülük ve bu ikisi arasında kalan o loş griliğin her bir noktasını barındırır üzerinde. Eşkıyalık olduğu zamanlar yaptıklarıyla kötüdür, insanlara yardım etmesiyle iyidir, iyi tarafları da olsa torbacılık yapan birinin hayatını kurtarmak için aşkından vazgeçecek kadar da arada bir karakterdir. Şener Şen'in oyunculuğundan bahsetmeye gerek yok aslında. Canlandırdığı her karakter unutulmazlar arasına girmiştir muhakkak. Ama bu oyunculuğunun (bana göre olmasa dahi) bir seviyesi varsa eğer en üst noktası Baran karakteridir. Karakterin içinde yaşadıklarını karakterinin o sessizliği ve duruşu ile noksansız anlatarak, herkesin içine işleyen oyunculuğuyla unutulmayan bir karakter canlandırmıştır Eşkıya'da.


Filmin ve karakterin başarısı hakkıında Şener Şen şu yorumda bulunmuştur:
Alıntı:
Bu filmde insanımızı, kendi öz kişiliğimizi beyazperdeye aktarmaya çalıştık. Bizi anlatarak evrenselliğe ulaşım yolunu bulacağımızı sanıyoruz.





Dustin Hoffman / Raymond Babbitt / Rain Man)

resim

Araba satıcısı olan Charlie, bencil,sahtekar,düzenbaz biridir. Babasının ölümünden sonra kendisine 3 milyon dolar miras kaldığını öğrenir. Bunun üzerine kalkıp cenaze törenine gider ama miras 3 milyon dolar değilde Charlie henüz çocukken babasının ona yasaklamış olduğu "Buick" marka arabayı bıraktığını öğrenir. Charlie, mirasın diğer kalan bölümünün tamamını daha önce hiç bilmediği, görmediği Ağabeyi Raymond'a bırakmıştır.

Raymond Otistik bir dahidir ve bir hastanede yardıma muhtaç şeklinde yaşamını sürdürmektedir,, Charlie mirastan vazgeçmek niyetinde değildir. Bunun için Raymond'u kaldığı klinikten kaçırıp ülke çapında bir seyahate çıkarır. Yol boyunca abisinin takıntılarıyla çileden çıksa da otistik abisinin matematik ve hafızalama konusundaki insanüstü yeteneği karşısında hayretler içerisine düşer.

Tren yolculuğu sırasında:
-65 koyun var
-nası saydın?
-Ayaklarını saydım dörde böldüm


Sonunda abisinin bu yeteneğini kullanabilmek için elinden tutar Las Vegas'taki kumarhanelere götürür ve Hile yaparak büyük vurgun yapmaya çalışır. Charlie in başlangıçta çıkar ilişkisinden oluşan yolculuk, belli bir süre sonra sıcak bir ağabey-kardeş hikayesine bürünür. Hatta babasının bıraktığı miras peşinde olan Charlie, ağabeyi Raymond un velayetini alabilmek için paradan çok daha fazlasını düşünmektedir artık. Bu yolculukta aynı zamanda "Yağmur adam" ın ne olduğunu öğreniriz. Charlie, henüz çok küçükken Raymond'ın ismini telaffuz edemeyip, Reymın (Rain Man) olarak seslendiği içindir. Yani Raymond Charlie'ye çocukluğunda şarkılar söyleyen yağmur adamdan başkası değildir. Ailesi Raymond un hastalığı yüzünden Charlie'ye zarar verebileceği düşüncesiyle ailesi onu akıl hastanesine yatırmıştır.

Dustin hoffman çekimler öncesinde bu rol icin 4 ay kadar kadar aynı hastaliga sahip insanlarin yaninda gozlem yap
mistir. Film aynı zamanda Tom Cruise nin çerez filmlerdeki oyunculuklarından Dustin Hofman gibi usta bir oyuncu ile oynaması hatta bir şeyler öğrenmesi,gerçek aktörlüğe adım atmasının başlangıcıdır.

Filmden bazı replikler:
-Buluşacağın kız nasıl biri,Raymond?
-Çok ışıltılı.Tatile benziyor.

resim
- Daha önce bir kızı öptün mü?
- Bilmiyorum.
- Bilmiyor musun?
- Aç ağzını.
- Çok güzel ve yumuşak bir şeyi tadar gibi.
- Evet.
- Kapat gözlerini.Rahat ol
- Tamam.
- Nasıldı?

- Islak!

Not: Dustin Hofman ın Canlandırdığı Raymond karakterindeki hastalık, Otizm de çok özel bir hastalık olan asperger sendromu'dur








Yorumunuz






Türkçe Altyazı © 2007 - 2024 | hd film | hdfilmcehennemi